Öğrenciler sezisel olarak öğretmeni gözlemler, ondan gelecek mesajı algılamaya çalışırlar. Öğretmen de bilinçli olarak böyle bir davranış içine girerse, derse nasıl başlayacağını daha iyi bilebilir. Durum gerektiriyorsa, gerinerek, derin soluk alıp vererek öğrencilerin rahatlaması, beyinlerine oksijen gitmesi sağlanabilir. Olanak varsa birkaç dakika dinletilecek sakin bir barok müzik parçası sınıftaki herkesi, tabii öğretmeni de aynı ritme getirecektir. Sağlıklı bir iletişim için bundan iyi bir ortam düşünülemez.

Dersi vermeye başladıktan sonra özen gösterilecek en önemli nokta tekdüzeliğe düşmemek ve öğrencilerin ilgisini canlı tutmaktır. Uzun süre bir yenilik duygusu, değişiklik algılanmazsa, alışkanlık, ardından bıkkınlık en sonunda da davranış bozuklukları ortaya çıkabilir. Can sıkıntısı, bıkkınlık, dersten zevk almama yalnız öğrencide olmaz. Öğretmenlerde de olabilir. Hep aynı sınıfta, aynı günlerin aynı saatinde aynı dersi vermek üzere sınıfa giren, çantasını aynı yere bırakıp hep aynı köşede duran veya oturan, artık ezbere bildiği dersin konusunu aynı sözcüklerle aynı ses tonuyla anlatan, aynı örnekleri veren, öğrencileri hep aynı sözlerle azarlayan veya öven, dersin bitiminde aynı baş işaretiyle öğrencilere izin veren öğretmenin canından bezmemesi olanaksız. Böyle bir öğretmenin güler yüzlü olabileceğini de hiç zannetmiyorum. Öğrencilerin tembelliğinden dikkatsizliğinden sürekli yakındığını da duyar gibi oluyorum.





Oysa ufak değişikliklerle ders çok zevkli bir hale dönüşebilir. Örneğin sıralar başka türlü düzenlenebilir, veya öğretmen her ders başka bir yerde durur, konuşma tonunu değiştirebilir, temposunu değiştirir, öğrencilerin de yerlerini değiştirebilir, konuşma sesini birden yükseltebilir veya alçaltabilir. Bazı durumlarda sesi hafifletmek bağırmaktan çok daha etkili olabiliyor. Öğrencilerde yorgunluk belirtileri gözlemlendiğinde öğretmen önce kendini öğrencilerle aynı davranış içine sokar ve ders anlatmayı sürdürürken belli etmeden sesi ile yavaş yavaş öğrencileri daha canlı, coşkulu bir ortam içine getirebilir. Bunun tersi de yapılabilir.




Öğretmen söylediğini dinletmek istiyorsa önce kendi sesine kulak vermelidir. Aramızdan kaç kişi acaba konuşurken kendi sesine kulak veriyor? Çevremizdeki sesleri bilinçli olarak algılamaya çalışalım. Yalnız çevremizi değil, kendi içimizdeki sesleri de dinlemeliyiz. Bize en doğru yolu onlar gösterecektir.





Öğrencilerin bizi işitebildiğinden emin olmalıyız. Öğrencilere ses tonumuzun nasıl, çok yüksek mi çok alçak mı, olduğunu sormaktan çekinmeyelim. Anlattıklarımızı öğrencilerin gözlerinin önünde canlandırabilecekleri şekilde açıklayalım. Biz anlatırken onların dediklerimizi içlerinden tekrarlayabilmeleri veya not tutabilmeleri için zaman verelim. Öğrencilerin rahat ve gevşemiş olmalarına dikkat edelim. Konuşmamızın canlı ve ilgi çekici olması gerektiğini hiç akıldan çıkarmayalım. Ders süresi boyunca sesimizdeki her türlü değişikliği kontrol altında bulunduralım. Fırsat buldukça sesimizi teype kaydedip kontrol edelim. Yalnızken sesimizle çeşitli kişilikleri, çeşitli duyguları ifade etmeye çalışalım. Sesimizin duygularımızla, düşüncelerimizle ve bedenimizle ilgili her şeyi açığa çıkardığını unutmayalım.


Prof. Dr. Yıldız Dağdelen


Fotoğraf: Flickr

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.