AVM'lerle ilişkimiz İstanbul'da yaşarken de yok denilecek kadar azdı. Süpermarket ile ilişkimiz ise İstanbul'da yaşadığımız süre boyunca oldukça iyiydi. Orada semt pazarından alışveriş yapıyor olsak da hafta içi bir noktadan sonra yetmeyen ihtiyaçlarımızı, pratik yemek yapma gereksinimlerimizle birleştirip ister istemez süpermarketin yolunu tutuyorduk. Her ne kadar İstanbul'un oldukça köklü mahallelerinden birinde yaşıyor olsak da sokak başına düşen süpermarket sayısı ortalama üçtü. Yani anlayacağız doku iyiden iyiye bozulmuştu. Aktar, şarküteri ve semt pazarında yaptığımız harcamalar da cabası.


Şimdi bütün bu harcamalar tek kalemde çözülüyor: Pazar! Her ne kadar kendi adıma vegan olma yoluna doğru adım adım yaklaşıyorsam da henüz komşunun ineğinin o şahane sütüne doyabilmiş değilim. Aslında tanıdığım bir inekten gelen süt ve ondan yapılan yoğurdun o ineği sanayisel bir durum olmadığı için sömürüyor olduğunu da düşünmüyorum. Tavuklarımız da öyle. Hepsinin ayağı toprağa basıyor ve "gıt gıt gıdak, yumurtam sıcak" durumu da tekerlemeden ibaret değil.


Süpermarketle tuvalet kağıdı boyutundaki ilişkimiz ise kendiliğinden oldu. Evimizin çevresindeki en yakın yer küçük bir mahalle bakkalı. Oradan da sadece ekmek ve eve gelen misafirlerin tercihi doğrultusunda gazete boyutunda. Bakkala çocuk ile giriyorsanız kaçınılmaz olarak onun isteklerini de bertaraf etmeyi bilmek gerekiyor. Şehir hayatının içine içine işlemiş tüketim burada neredeyse yok. Şehirde "mutlaka marketten alışveriş yapacaksın" diye bir kaide var. Sanki bu bir kod gibi yazılmış hepimiz de günlük rutinimizin içinde bunu yapıyoruz. Süt dilimleri, lolipoplar, jelibonlar ve en acımasızı cips. Neredeyse hepsinin tadını unuttuk burada. Geçtiğimiz günlerdeki İstanbul ziyaretimde (İstanbul ve dönüş yolunu bir başka yazıya saklıyorum) bir arkadaşım ona giderken cips almamı söyledi. Kendime fındık fıstık ona da cips aldım ve zamanında pek çok sevdiğim o cips bana zehir gibi geldi, elimi dahi sürmedim. Bir müddet sonra vücut da o zararlı şeyleri kabul etmiyor diye düşünmeye başladım ardından.


Şekerin en safını ise meyvelerden tüketir olduk. Haftada bir gün kurulan semt pazarı ile haftada bir kez kurulan köylü pazarı hemen her ihtiyacımızı karşılamaya yetiyor. Sirkemizi likörümüzü, yoğurdumuzu kendimiz yapıyoruz. Kireçli suyumuza çözümü de yine gıda maddesi olarak da kullanabildiğimiz limon tozu ve karbonat ile çözüyoruz. Şimdilik İstanbul'dan getirdiğimiz deterjan stokumuz tükenmediği için deterjan gereksinimiz olmadıysa da bitince onu da kendimiz yapmayı düşünüyoruz. Bu gidişle tuvalet kağıdını da semt pazarından alırız gibi görünüyor.


Küçük bir yerde yaşamayı düşünüyorsanız, İstanbul'un her anlamda içimize işleyen hızını kesmeniz, tüketim çılgınlığını bırakmanız, yavaş akan zamana da alışmanız gerekiyor. Neyse siz şimdilik orada kalın bence.



Önceki yazılar:

Tersine göç günlüğü: Karar vermek

Tersine göç günlüğü: Toplanmanın zorluğu

Tersine göç günlüğü: Duygusallaşma!

İstanbul'dan göç günlüğü: Şarkılı veda

İstanbul’dan göç günlüğü: Okul meselesi




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.