Sesler olmasaydı hayatımızda önemli bir şeyler eksik kalırdı. Günümüzde müzik ve ritmin önemi daha da anlaşıldı. Artık müzikle yapılan terapiler sayesinde birçok konuda iyileşme yaşandığına şahit oluyoruz. Daha anne karnındayken duymaya başladığımız sesler, ömrümüzün sonuna dek bizimle birlikte.




Konuşmadan bile önce var olan müziğin, hissettirdikleri ve düşündürdükleriyle kişiye özel olduğunu söyleyebiliriz. Müzik her dinleyişte kişide farklı hisler yaratır çünkü kendini sürekli yeniler. Günlük yaşam içinde müziği ve etkisini her yerde yaşıyoruz. Sadece bir saniyeliğine her şeyi bırakıp gözlerimizi kapatırsak, dışarıdan gelen araba ve korna seslerinin, kuş seslerinin veya yağmur sesinin, kendi içinde bir melodi barındırdığını fark ederiz. Doğayı dinlediğimiz anlarda, ritim ve melodi beraberliğinin sonsuz bir uyum içinde devam ettiğini duyarız.





Ritim iyileştiriyor



Vücudumuzda bulunan sıvıların bile bir dolaşım sesi var, yani müzikle ilişkimiz her alanda mevcut. Tüm canlılar iç yapılarında, yaşamsal işlevlerini kendi oluşturdukları iç ritimleriyle yapar. Yaşantımızın kendine ait bir iç ritmi bulunur.




Fast food dükkânlarında hızlı pop müzik çalınırken, hastanelerde ve restoranlarda klasik müzik tercih edilir. Müzik, yaşantımıza, davranışlarımıza, hislerimize karşı oldukça etkili. Ritim, iyileşmeyi de hızlandırır. Bu nedenle müzik, iyileştirme terapilerinde kullanılır.




Günümüzde, iyileşmek için kullanılan klasik psikoterapilerin yanında başka alanlara karşı da ilgi ve ihtiyaç arttı. Hem psikologlar, hem de desteğe ihtiyaç duyanlar artık daha farklı arayışlar içinde. Bu aşamada, terapi süreçlerine müzik eklendi ve oldukça da katkı sağladığı fark edildi.





Sözsüz iletişim



Aslında müzik, tek başına bile terapi amaçlı bir etkiye sahip olabilir. Gün içinde hayatımızı yaşarken, dinlediğimiz müziği de değiştiririz. Hiçbirimiz mutluyken yavaş bir şarkı, ya da mutsuzken hareketli parçaları dinlemeyi tercih etmeyiz. Müzik, kimi zaman uyarıp coştururken, kimi zaman sakinleştirir, kimi zaman da duyguların çözülmesini sağlar. Müzik terapisi, insan davranışlarında pozitif değişimler yaratır. Kişisel yaşam değerinin artmasını sağlayabilir.




Müzik terapisi için; sosyal, duygusal, bilişsel, algısal, öğrenme ve motor alanlarda gelişimin sağlanması için kullanılan bir sanat diyebiliriz. Neredeyse herkes, en azından bir tür müziğe olumlu tepki verir. Müzik eşliğindeki iletişim, sözsüz bir biçimde gerçekleştiği için de çok etkili.





Mutlu ediyor



Müzik terapisinin etkinliği, EEG (Elektroansefalografi ya da EEG, beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel yöntemle izlenmesini ölçen bir yöntem. Hastaya elektrik akımı verilmediğinden ağrı ya da acı hissedilmez.) çalışmalarıyla sınanıyor. Bu çalışmalar sonucunda; üzüntü, endişe, korku, mutluluk gibi duyguların farklı dalgalar yarattığı ve bunların da dinlenen müziğin yarattığı hisle paralellik gösterdiği saptanmış. Terapi amaçlı müzik, endorfin salgısını ve olumlu duyguları artırıp korkuyu ve kaygıyı azaltır. Kalp ritmini düzenler, kan basıncını düşürür, terlemeyi azaltır, kasları gevşetir, nefesi dengeler, bağışık sistemini güçlendirir ve hiperaktiviteyi sakinleştirir. Ayrıca hareket reflekslerimizi uyararak uyumlu hareket etmemizi de sağlar. Hem ruhsal hem fiziksel sıkıntılarda bir tedavi yöntemi olarak, tüm dünyada kullanılan müzik terapisi, son yıllarda ülkemizde de kullanılmaya başlandı.





Anne sesinin önemi



Bebek henüz anne karnındayken bile, müzik dinlemesi faydalı. Slovakya’da özel bir hastanede yeni doğan bebeklere, Mozart’ın “Eine Kleine Nacht Music” adlı eseri, doğum stresini azaltmak için uygulanıyor. Melodisi size de çok tanıdık gelecek. Gerçi Mozart’ın hemen hemen tüm eserleri terapi amaçlı kullanılıyor.




Kulak, oluşumunu hamileliğin 18. haftasında tamamlar. Kulağın beyin gelişimi için önemli bir etkisi var, çünkü akustik belirleyiciler sinir sisteminin oluşumunda rol oynar. Kulağın oluşumuyla beraber çocuğun dinleme arzusu da oluşur. Anne sesi onun için duygusal bir besin kaynağı, hatta yaşam enerjisi haline gelir. Hamilelerin yumuşak sesle konuşması, bebeklerini huzurlu hissettirir.





Denge ve enerji merkezi: Kulak



Neden kulak bu kadar önemli? Çünkü kulak sadece bir duyma organı değil, aynı zamanda vücudun denge ve enerji merkezi. Dış çevreden gelen frekanslarla beraber titreşimleri de beyne ve tüm bedene kulak yayar.




Dengemizi ve sağlığımızı ancak iyi gelişmiş, sağlıklı bir kulakla sağlayabiliriz. Gelişimini ilk tamamlayan organımız yani kulağımız, vücudu etkiler ve kasların hareketini kontrol eder. Denge organı olduğu için bedenin dik durmasını da sağlar.




Kulak aynı zamanda beynin enerji kaynağı niteliğini taşır. Eğer beyin, hücrelerini elektriksel olarak şarj edemezse, koordinasyon ve konsantrasyon bozuklukları, yorgunluk ve hafıza kaybı yaşanır. Kulağın algılama kalitesi düşük olursa, öğrenme, iletişim kurma, konuşma, yorgunluk ve kulak çınlaması gibi birçok sorun doğabilir.





Beyni şarj etmek gerekli



Kulak aynı zamanda beyin için bir dinamo yani bir jeneratör gibidir. Yüksek frekansta, beynimiz enerji yayar. Kulak kendi sesine yüksek frekansla erişirse kendi kendini şarj eder. Ama eğer bu frekans düşükse hayat enerjimiz de düşer ve beynimize yeterli enerji gitmez. Hareket de etmiyorsanız bu durum depresyona yol açar. Yani beynin şarj olması için iki yol var; ya yüksek frekanslı sesimizi kullanmak ya da hareket etmek.




Burada Antropolog, Klinik Psikolog ve Terapist Dr. Alfred Tomatis’in Metodu’na dayanarak 3 yasadan bahsedebiliriz:




Ses sadece kulağın duyduklarını içerir. Dinleme artırıldığında ses de otomatik olarak artar.




“Müzik terapisiyle; dil öğrenimi, ses analizi, iyi ritim tutma, doğru aksan kullanma, konsantrasyon sağlama ve ifade yeteneği güçlendirilmeye çalışılıyor.”




Konuşmanın değişmesi, süreli olarak yapılan işitsel odaklanmayla mümkün olur.





Sıkıntılarınızdan kurtulun



Beynimizde alfa, beta, delta ve teta dalgaları bulunur. Beta dalgaları; uyanıkken, aktifken ve bir şeye odaklandığımızda salgılanır. Alfa dalgalarıysa biraz daha sakin olduğumuz durumlarda oluşur. En iyi öğrenme anı, bu dalgalar oluştuğu andır. Teta ve Delta dalgalarıysa, uyku anımızda ve derin uykuya geçtiğimizde salgılanır. Yaşadığımız çoğu sıkıntının altında, dalga sistemlerimizin bozulması yatar. Bunları yeniden yapılandırabilme imkânı olduğunda, sıkıntılardan da kurtulma imkânı doğar.




Bunu gerçekleştirmek, bizim sistemimizle çok da zor değil, hatta oldukça basit. Yorgunluktan depresyona, öğrenme zorluğundan iletişim bozukluğuna, dikkat eksikliği sendromundan otizme varıncaya kadar bir sürü rahatsızlığa çare olan bu metot, günümüzde yaratıcılığı artırmak ve yabancı dilleri kolayca öğrenmek için de kullanılıyor. İnsanın kendisini ifade etme şekli çok önemli.





Sağ kulak mı? Sol kulak mı?



3–5 yaş arası çocuklarda ses kontrolü, ya sağ ya da sol kulaktan olur. Her insanda kulaklardan biri, diğerine göre daha baskın. Sağ kulağı baskın olan kişiler daha hızlı düşünür, daha çabuk öğrenir ve daha güzel konuşur. Bu sol beynimizin dominant olduğunu yani kısa yolu seçen, kariyere önem veren, mantığı ön planda olan, sistematik bir insan olduğumuzu gösterir.




Sol kulağı baskın olanlardaysa, zaman zaman gelen bilgiyi sol beyne iletirken hata ve gecikmeler yaşanabilir. Sol kulağın baskın olması, sağ beynimizin dominant olduğunu gösterir. Bu gruptakiler, çok yaratıcı, empati kurabilen, sosyal ve duygulu bir yapıya sahip olur.




Alfred Tomatis, “Bir kişi sesini yoğun olarak sol tarafta kontrol ediyorsa; sınavlarda, toplantılarda çok heyecanlanabilir, kalp çarpıntısı, stres yaşayabilir. Bu nedenle bu sistem daha çok sağ kulağın geliştirilmesi üzerine yoğunlaşır.” diyor.




Orta kulak dış dünyada kendimizi nasıl gösterdiğimizi, iç kulak ise iç dünyamızı gösterir. Ses önce dış kulağa gelir, burada törpülenir ve iç kulağa iletilir. Ama bazı durumlarda, örneğin hiperaktivite bozukluğunda, ses doğrudan iç kulağa gelir, bu da stres ve yorgunluğa yol açar. Duymak pasif, dinlemekse aktif bir süreç; önemli olan duymak değil dinlemektir.




Kulakla öğrenip kulakla konuşuyoruz. Sağ-sol kulağın, sağ-sol beyinle işbirliği içinde olduğunu bilmemiz bu noktada önemli. Müzik terapisiyle bu iki kulak aracıyla beynin iki alanını da olabileceği en üst seviyede kullanarak yaşam kalitemizi artırmamız hedefleniyor.





Program nasıl işliyor?



Müzik terapisi programlarında her gün 1, 1,5 veya 2 saat frekansları değiştirilmiş klasik müzikler dinletilir. Kişinin durumuna göre 10 veya 12 günlük kürler düzenlenir. Daha sonra 3 haftalık bir ara uygulanır ve ikinci kez 8 veya 10 günlük ikinci kür uygulanır. Program sonrasında dinleme ve duyma becerisinde kalıcı değişiklikler oluşur. Çünkü metodun içinde yer alan müzik dinleme kürleri, kulağın dinlemeyi öğrenmesine ve daha iyi ses analizi yapabilmesine olanak sağlar. Böylece eksik olan frekanslar tekrar algılanmaya başlanır. Kişinin zayıf olan veya kaybolmuş dinleme potansiyeli düzenlenir. Böylece algılamada ve yaşam kalitesinde artış meydana gelir.




Zamanla beyin bu yeni sistemi öğrenir ve yapısına bu davranışı yerleştirir. Bunu uygulayan kişilerin fizyolojik ve psikolojik durumları olumlu yönde gelişir.





Kalıcı bir uygulama mı?



Metodun faydası sürekli devam eder. Bozulan denge kalıcı olarak onarıldığı için, program sonucu elde edilen ilerleme sonlanmaz. İkinci küre başlanılacaksa; belli bir zaman dilimi geçmesi gerekir. Çünkü beynin, bu değişime uyum sağlayabilmesi için uyarılmadığı bir döneme ihtiyacı var. Uyum, görünürdeki pasif dönemde yani dinleme kürü sürecinin bitiminden sonra meydana gelir. Aslında bu bir özümseme evresi.





Kimler bu metottan faydalanabilir?



Önce ruh, sonra bedenimiz hastalanır. Müzik terapisiyle çocuklarda konsantrasyon bozuklukları, dikkat bozukluğu, davranış sorunları, okuma yazma problemleri, disleksi, algılama bozuklukları, konuşmayla ilgili sıkıntılar ve aynı zamanda otizm üzerinde başarılı sonuçlar alınıyor.




Öğrenmek, dinlemekten geçer. Lisan öğrenirken de, her dil farklı frekanslar içerdiği için, bir harfi söyleyebilmek için kulağın onun titreşimini iyi algılıyor olması gerekir. Mesela 1000 Hz. ile 2 bin Hz. arasındaki frekansları duyan Fransızların kulakları, frekansları 2 bin Hz. ile 12 bin Hz. arasında değişen İngilizceyi kavramakta ve konuşmakta zorluk yaşar.




Kısacası günde 1–2 saatimizi vererek, frekansları değiştirilmiş bu müzik kürleri sonucunda, içimizde olan potansiyelimizi dışarı çıkarmamız çok kolay. Tüm başarıların kaynağı bizim içimizde zaten var. Yeter ki onları dışarı çıkarmayı başaralım!




Klinik Psikolog


Ceyda Uskan







Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.