Aradığını bulamadığını iddia eden kadın sayısında ölümüne bir patlama mı yaşanıyor yoksa herkes aradığını bulamadığını iddia edip işin içinden mi sıyrılıyor bilinmez… Tek gerçek, içimizden birilerinin oyunu kuralına göre oynamayı unuttuğu. Taşları dizip masaya oturalım o halde, bakalım kimin şahı mat olacak?




Yakın dönem kadın çıkmazlarının bir numaralı üst başlığı; ‘Aradığım gibi birini bulamıyorum.’ İkinci sırada ise nefsi müdafaa kabilinden; ‘Erkek mi kaldı ki?’ geliyor. Erkeklere sorsanız, dert tamamıyla aynı; ‘Ortalıkta adam akıllı kadın yok!’ Onların bahaneleri bizi çok da fazla ilgilendirmediğine göre kendi işimize bakalım ve uzayıp giden anlamsız cümlelerin, kaynatmaların zeminini dolduran temel sorunumuza ve sonuçlarına dönelim. Sorunumuz; aradığımızı bulamamak. Sonucu; asık suratlı, mutsuz bir bünye! İyileşmeye başlamak için, önce sorunun dibini eşeleyip aslında ne aradığımızı bulmamız lazım…






Ne arıyoruz?


Bir kadın olarak ne arıyorsunuz? Hayattan diğer beklentilerinizi bir kenara koyun; aradığınız erkek neye benziyor? Kimi arıyorsunuz? Gözünüzü kapattığınızda yanınızda nasıl birini hayal ediyorsunuz? Arayıp bulamadığınız erkeğin işi, yaşı, sosyal konumu ve görünüşü nasıl? Sokakta onunla yürüdüğünüzde nasıl tepkiler almayı umuyorsunuz ve o erkekle kendinize kurduğunuz gelecek planını neler süslüyor? Gözünüzün önünde belli bir manzara canlandı, değil mi? Kusursuz bir erkek ve onun yanında kusursuz görünen bir kadın; siz!




Aradığınız erkek, muhtemelen şehirli ve maddi durumu da oldukça iyi… 1.80’den uzun, sportif bir vücut yapısına, çıkık elmacık kemiklerine ve güneş bronzu sağlıklı bir cilde sahip. Sosyal çevresinde oldukça sevilen ve itibar gören biri. Diğer kadınlar ona bayılıyor. O kadar ki, girdiği her ortamda gözler ona kilitleniyor. Hangi kadının kolunda olsa, onu Hermès Birkin’den bile daha şık gösterebilecek kadar iyi bir parça. Göz kamaştırıcı, büyüleyici ve size ait... Evet; size ait! Herkes onu istiyor ama o sizi seçmiş! Muhteşem bir aşk yaşıyorsunuz ve siz evlenmeyi hiç düşünmezken, bu mucizevi aşkın sonucunda kendinizi nikah memurunun karşısında ‘evet’ derken buluyorsunuz. Sonrası belli zaten; sonsuza dek mutlu yaşadılar! Peri masalları ve pembe dizilerle büyütülmüş bir nesil olarak beyaz atlı prensi düşlüyor olmamızı yadırgamıyorum aslında. Hepimiz kusursuz erkeğin ve kusursuz aşkın varlığına ölümüne inanmak istiyoruz. Mutlu sonlara ihtiyacımız var… Sıradan bir şehirli kadının, kendine beş beden büyük gelecek zengin yakışıklıyı kapıp sonsuza dek mutlu yaşadığı filmleri, kitapları ve dizileri bu kadar çok sevmemiz ondan. Kendimizi pembe bir hayal dünyasına atıp bir grup normal insan mahsulünün arasında en mükemmeli aramamız ondan.






Neden bulamıyoruz?




Hayallerimizdeki erkek, gözümüzü kapattığımız anda bu denli ulaşılabilirken; gerçek hayatta neden bulamıyoruz onu? Bizi aradığımızı bulmaktan ve mutlu olmaktan alıkoyan nedir? Bir düşünelim… Öncelikle söz konusu olan, adı üstüne hayaldir ve hayallerin bize kurduğu en büyük tuzak, yaratıcılığımızın kapılarını sonuna kadar açarak asla gerçekleşmeyecek kadar kusursuz manzaralar yaratmamıza neden olmalarıdır. Dolayısıyla yaşadığından emin olmadığımız biriyle ilgili yarattığımız bu mutluluk tablosunu gerçek hayata taşımak, pek de muhtemel değildir.




Ayrıca hayaller gerçek hayattaki çıtamızı yükseltir. Arayışımız uzadıkça, kafamızda kurduğumuz ve o forma neden soktuğumuzu zamanla unuttuğumuz olguya ulaşmamız da bu nedenle güçleşir. Önümüze gelen her yeni insanı, hayali mükemmellik ucubemizle kıyaslamaya başlar ve en olası ilişkiden bile uzak düşeriz. Hayallere saplanıp gerçekliğe şans vermeyi unuturuz hep.




Hayalleri şekillendiren ve bu denli erişilmez kılansa aradığımız erkeğin mükemmellik kriterleridir… ‘Herkesin istediği erkek’in peşindeyizdir ve bütün hikâyeyi şekillendiren anahtar da budur! Bu anahtarı hayal dünyamızın kilidine soktuğumuzda, önümüze o kusursuzluk manzarası çıkar. Herkesin isteyip de sahip olamadığının bize ait olması fikri, aklımızı her yokladığında ayaküstü orgazm oluruz. Bizi sosyal hayatta diğerlerinden ayırıp imtiyazlılar kategorisine sokacak kadar etkili bir şeydir bu. Diğer kadınlardan daha ‘şanslı’ olmamızı sağlayacak ve aradığımızı bulamamamıza neden olacak son olgu!




Özetle hayallerimizdeki erkeği kendi kriterlerimizle değil, başkalarının değer yargılarıyla yaratıyoruz. Onların onayını alabilecek, onları kıskandırabilecek kadar mükemmel birinin peşinden koşuyoruz farkında olmadan. Onu kendi isteklerimize göre düşlesek, arasak bulacağız belki... Ama beceremiyoruz… Yanlış yerden, yanlış yere bakıyor; yanlış şeyi arıyoruz. O düşlediğimiz adam, bizim adam değil aslında; her anlamda!






Hayalimdeki erkek bir başkasının!




Hadi diyelim ki kafamızda canlandırdığımız erkeğin ete kemiğe bürünmüş bir insan formu var. Bu erkeğin çok ünlü ve yakışıklı bir oyuncu olduğunu farz edelim. Onu her gün dizilerde ya da filmlerde izliyor, kusursuz görünen ilişkisini gazetelerden okuyoruz. Yanındaki kız arkadaşı bizden daha güzel ya da akıllı değil belki; sadece biraz daha şanslı! Yani biz, buna inanıyoruz… Nasıl oluyor da onunla çıkıyor diye düşünüp deliriyoruz. Bazı geceler o erkekle aynı mekânda eğleniyor ve yanındaki kadına öldürücü bakışlar atıyoruz. Kadının tek suçu, bizim kusursuz erkeğimizin yanında durmak ve her nasılsaonun sevdiği kadın olmak. Onun yerinde biz ol malıydık; bu kusursuzluk manzarasını daha çok biz yakışırdık! Herkesin ağzının suyunu akıtan bir yakışıklı, aşkına bizi layık görmeliydi! Belki daha önce tanışmış olsaydık?


Beynimizi yoklayan onlarca hırs yüklü, öfke yüklü düşünce ve eve döndüğümüzde içimizi kaplayan yalnızlık duygusu. Aradığını bulamayan her kadın, aynı hislerle yüzleşmez mi zaten? Beyaz atlı prensin paçalı donu Bir başka olasılığı gözden geçirelim şimdi… Farz edelim ki şansımız inanılmaz yaver gitti ve hayalimizdeki adamın yanındaki kız olmayı başardık. Yani onu tavladık ve ilişki yaşamaya ikna ettik. Son dönemde hepimizin en büyük bir diğer derdinin de erkekleri ilişkiye ikna etmek olduğunu düşünürsek, her şey muhteşem... Yıkılan sevgilimizle beraber partilere gidiyoruz, bizi birlikte gören her kadın kıskançlıktan ortadan ikiye ayrılıyor… Hayalimizdeki mutluluk tablosu, dışarıdan bakınca kusursuzluğa demir atmış vaziyette. Ancak bir süre sonra, içeride sıkıntılar başlıyor… Söz konusu mükemmel adam, görünüşü nedeniyle fazlasıyla ilgi gördüğü için egosu bulutları öpüyor. Bu yüzden bizi arayıp sorma gereği duymuyor. Sürekli ilgi bekliyor ve istediğimiz ilgiyi göstermiyor. Diğer kadınlarla gözümüzün önünde flört etmekten çekinmiyor… Sonuçta onun hayranları ve koruması gereken bir ünü var. Üstelik aldatmaktan da çekinmiyor! Aldatmak ona göre en büyük hakkı; sonuçta o ünlü ve yakışıklı… Seks konusunda da mükemmel değil.


Her istediği ile yatmaya alışkın olduğu için muhtemelen orgazmımızı önemsemiyor ve kendi işini bitirip yataktan kalkıyor. Ayrıca bu tip erkeklerin büyük bir kısmında görülen erken boşalma ve sertleşme gibi problemleri de var. Sadece yatakta değil, hayatının her anında bencilliği elden bırakmıyor. Ona uyum sağlamamızı ve her aşırılığını, anlayışla karşılamamızı bekliyor. Hayranlarına, uzayan iş saatlerine tahammül etmeli, şöhretine zarar gelmesin diye çaba göstermeliyiz. Klasik ilkel erkek davranışlarına sahip... Ortalığı Jack Russel cinsi bir köpek kadar dağıtıyor ve aynadan sonra en yakın iletişim kurduğu obje televizyon kumandası. Kısacası onun yerinde olabilecek her erkek kadar kendine âşık, egosu yüksek ve her yaptığının en doğrusu olduğuna inanıyor. Bu duruma dişimizi sıkıp tahammül etmeye çalışıyoruz; çünkü herkesin istediği bir “şeye” sahip olma içgüdüsü benliğimizi ele geçirmiş durumda. Ancak gün geçtikçe kendimizi yetersiz ve zavallı hissetmeye başlıyoruz.




Hayallerimizdeki mükemmel adamın aslında mükemmel olmadığı gerçeğine uyanıyoruz sonra; er ya da geç... Yanlış olanı aradığımızı görüyoruz; boğazımıza kadar pisliğe batmış bir şekilde, kurtulmak için çırpınıyoruz bu kez de. Bir yandan da kaybeden kadın olmamak, terk edilmemek, vazgeçmemek için direniyoruz. Görüyoruz ki mükemmel erkeğe sahip olma hırsının aşk süsü verilmiş hali, onun kirli çamaşırlarını sağa sola saçtığı ve bize toplatmaya kalktığı gün bitiyor. Küllerin içinde yatıp hayatını birilerinin kurtarmasını bekleyen zavallı Sindirella’nın bile kurtarıcı prensine olan aşkı, yatağa girip de onun paçalı donunu gördüğü anda bitmiştir zaten! Gerçi bu şartlar altında, durumumuz Sindirella’nınkinden daha vahim. Neticede o, koca ülkenin prensesi olmuş… Peki ya biz? Elimizde beyaz atından kafa üstü düşmüş şapşal bir prensle, hayallerimizin kaybedeni!






Aramaya inanmak




Şimdi bu durumda ne yapacaksınız? Aradığınızı bulamadığınızdan yakınarak köşenizde oturup hayallerinizinbeyninizi bulandırmasına izin verirken, başkalarının ‘mükemmellik süsü verilmiş’ ilişkilerine ve sevgililerine bakarak kendiniz için çirkin şansı mı dileyeceksiniz? Hayallerinizdekine benzettiğiniz yanlış kişilerle şansınızı bir kez daha mı deneyeceksiniz yoksa sevgili adayınızı başkalarının değer yargılarına göre aramaktan vazgeçip ruhunuzun ve beyninizin sesini dinleyerek gerçek prensinizi mi arayacaksınız? Kararınız ne olursa olsun unutmayın; yanınızdaki erkeğin ne iş yaptığı, ne kadar para kazandığı, neye benzediği ya da diğer kadınların onun hakkında ne düşündüğü değil, size nasıl davrandığı ve ne hissettirdiği önemli. Asıl mesele, sevgilinizin ‘kim’ olduğu değil, size değerli ‘biri’ olduğunuzu hissettirmesidir. Hadi şimdi gidin de gerçek beyaz atlı prensinizi bulun… Atının arkasına atlayın ve beline sıkı sıkı sarılın ki tepe üstü düşmesin. Erkekler, dünyada yuvarlanmaya en müsait, en sakar canlılardır.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Cuma Gunaydınm
    CEVAPLA
  • Misafir harika bir yazı, yazanı tebrik ediyorum! :)
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.