“1986’da kızım doğduğu gün öldü. Ve bu beni yazar yaptı” diyen Lidia Yuknavitch’in “Freud’a Kafa Tutan Kız: Dora” adlı kitabı bizde de çıktı. Önsözünü Chuck Palahniuk’un yazdığı romanda Amerikalı yazar sarsıcı bir cinsel taciz hikâyesi anlatıyor. Romanın iyi adamı da kötü adamı da aynı: Dr. Sigmund Freud.


Baştan uyarayım, “Freud’a Kafa Tutan Kız: Dora” epey sarsıcı bir hikâye anlatıyor. Süper kahraman diye bir şeyin olmadığını erken yaşta, güvendiği bir aile dostunun tacizine uğradığında anlayan 14 yaşında bir kızın hikâyesini... Ailesi, bu gerçek açığa çıktıktan bir süre sonra kızlarını über-sofistike bir “deli doktoruna” götürüyor. Şaşırmayınız: Ucuz puro seven ve şöhreti kıtalar ötesine ulaşan Sigmund Freud’a. Hey, tamam, işte şimdi hikâyenin tuzu, biberi, baharatı kıvamını buldu. Zira Freud’un Dora’yı analiz ederken onu yanlış tedavi ettiği söylenmiş hatta kendisi de bunu bazı yazılarında belirsizce kabul etmişti. Önsözünü Dövüş Kulübü, Ölüm Pornosu gibi romanların ünlü yazarı Chuck Palahniuk’un yazdığı kitapta, Freud’un en ünlü vakasını, yani Dora’yı bu kez kurbanın ağzından okuyoruz. Tek fark olayların günümüze taşınması. Genç kadın artık Jack Kerouac okuyan, kısa metraj sanat filmleri çeken ve kan görmekten rahatsızlık duymayan Seattle’lı grunge bir genç kadın. İşte Amerikalı ünlü yazar Chuck Palahniuk’un, hayranlığını dile getirirken “Bizi bir sonraki seviyeye taşıma işini ona bırakın” diye yazdığı Lidia Yuknavitch’le yaptığımız röportaj...


“1986’da kızım doğduğu gün öldü. Ve bu beni bir yazar yaptı” demişsiniz. Anlatır mısınız?

İnsanlar keder, öfke, sevgi gibi yoğun duygu durumlarını deneyimlediğinde, beden de kendine has ifade biçimleri arar. Eğer kendini fiziksel olarak ifade etmesi için bedenimize bir şans tanımazsak bütün savaş içeride olup biter ve sonu yıkımdır. Kızım öldüğünde misketlerini kaybetmiş bir çocuk gibiydim. Bir evsiz olarak sokaklarda yaşamaya başladım, sonra da psikiyatri kliniğine yatırıldım. Sabahtan akşama resim yapıyordum. Tamamen fiziksel bir şeydi, bedenim ruhumdaki acıya, öfkeye bir şekil, bir renk bulmaya çalışıyor gibiydi. Bulabilsem kurtulacaktım.


Bulunca yazar oldunuz. Biyografinizden seçtiğim bir diğer cümle: “Cinsiyet ve cinsellik yeni imkânlar demektir...”

Kültürel olarak hepimizin eline, nasıl davranmamız gerektiğini dikte eden senaryolar veriliyor. Ne yaparsak temiz ve düzgün insanlar sayılırız, nasıl davranırsak yaşadığımız toplum bizi kabullenip bağrına basar... Oysa bedenlerimizin taşıdığı potansiyel, bütün o senaryolardan daha fazla. Bense, yaşadığımız toplumun bizleri bağrına basmasını sağlayacak öğrenilmiş davranış kalıplarını sergilemek yerine bilinçli bir şekilde davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Kim olacağımızı ve nasıl davranacağımızı söyleyen senaryoları terk eden karakterler olup yeni dünyaların, yeni maceraların peşine düşmeliyiz...


Siz yazmışsınız: Edebiyat ve kuantum neden birbirine benzer?

Aman yarabbim! Bu kadar saçmalamış olamam. Bence içten içe çatlağın teki olduğumu düşünüyorsunuz. Yoksa bu soruları sormazdınız.


Bence değilsiniz. Ya da sizin gibi düşündüğüme göre ben de çatlak olabilirim.

Güzel. Edebiyat da kuantum da zamanda ileriye ve geriye hareket edebilir. Sonra, ikisinin de onlardan bekleneni yapmak gibi bir mecburiyetleri yok. Hayatı başlangıç saymıyor, ölümü son addetmiyorlar. Yeniden düzenlenebilen, birbirinin yerini alabilen, değiştirilebilen mikropartikül ve mikrodevinimlerden oluşuyorlar.


"Önce Ailem, Sonra Kilise Tarafından Cezalandırıldım"






“Freud’a Kafa Tutan Kız”ı Sigmund Freud’un en ünlü vakasından esinlenerek yazdınız...

Evet, bu romanı yazmaya Freud’un Dora’yla ilgili vaka analizini okuyunca karar verdim. 20’lerimin başında öfkeli bir genç kadındım. Freud Dora’nın her şeyini yanlış yorumlamıştı; rüyalarını, hayat koşullarını, her şeyini... Ve zaten konuşamamaktan mustarip bir genç kızın sesini tamamen elinden alacak kadar sert davranmıştı ona. Fakat... Bu kısmı iyi dinleyin. Bugünden bakınca haklıymışım gibi gelmiyor bana; Freud’a gereksiz yere yüklenmişim. Neyse, o zaman Dora’nın hikâyesinden öyle etkilenmiştim ki fiziksel semptomlarının bazıları bende de çıkmıştı. Böylece önce sesini, sonra bedenini, sonra da hikâyesini ödünç aldım. Ama yazmak için 25 yıl beklemem gerekti. Bir gece Dora beni sarsarak uykumdan uyandırdı. Onu işittim. Doğru söylüyorum. Sahiden çığlıklarını işittim.


Böylece onu Seattle’da yaşayan 17 yaşında bir grunge yaptınız...

Öfke, arzu, kafa karışıklığı ve kaos, hepsi genç kızlar ve kadınlar için çok önemli gelişim safhaları. Bunları yaşamazsak iki şey kalıyor bize, ya içimizde birikenlerin şiddetiyle canımızı yakıp duracağız ya da başkalarının istediği türden kadınlar olmak için debeleneceğiz.


Freud’a Kafa Tutan Kız’ı yazmanın en zor tarafı neydi?

En zor kısım, nasıl yazarsam romanımın çok satacağını söyleyenlerin öğütlerine katlanmaktı. Taslakları okuttuğum insanlardan bazıları Dora’yı nahoş buldu ve onu daha cici biri yapmamı öğütledi. Böylece okur kendini onunla özdeşleştirebilirmiş falan filan... Ne ahmakça şey! Söylenenlerin hepsine kulağımı tıkamak, Freud’un analizlerini tekrar tekrar okumak, çoğunluğu öğrencim olan çevremdeki gençlerle sohbet etmek ve kendi zihnimdeki Dora’ya ihanet etmemek zorundaydım. Benim Dora’m nahoş kalabilirdi. Hem zaten onu bu haliyle çok seviyordum. Sadece onu da değil, galiba hepimizin içindeki sevimsiz karakterleri çok seviyordum.


Tavan Arasından Çıkış Yolu Hızlı Ve Kolay


Feminist edebiyatın başyapıtlarından “Tavan arasındaki Deli Kadın”ı yıllar önce okuduğunuzu ama bu kitabın henüz aşılamadığını söylemişsiniz. Sizce toplumun görmezden geldiği kadınlar için en hızlı kurtuluş yolu nedir, yazmak mı?

Sanırım haklısınız, en hızlı ve kolay yol yazmak. Daha doğrusu yaratmak. Sanatla uğraşmak, müzik, resim, edebiyat, ne olursa... Ama kendi usulümüzce. Halihazırda çözüm bekleyen acil bir krizimiz var: Ataerkil güçlerin bizi şekillendirmesine, hatta nasıl görüneceğimizi ve nasıl konuşacağımızı olduğu gibi nasıl yazacağımızı da belirlemesine izin vermeyi sürdürecek miyiz? Yoksa anaerkimizin cesur sesinin tarih boyunca fısıldadığı ipuçlarını kullanarak kendi imgemizi kendimiz mi yaratacağız? Feminist yazar Marilyn French epey zaman önce sorduğu gibi, neye benzediğimizi gerçekten biliyor muyuz? Çünkü kültür her zaman bize yanlış imgeler sunmaya hazırdır. Şahsen yazacağım bütün kitaplarda hep tavan arasından çıkış yolunu bulmaya ve göstermeye çalışacağım.


"Devrim Kelimesinden Ürkmeyelim!"

Chuck Palahniuk, romanın okuru tüketim toplumuna has “thera-tainment” diye bir kavramla tanıştırdığından bahsediyor. “Therapy” (terapi) ve “entertainment” (eğlence) sözcüklerinin bir karışımı bu. Kastettiği televizyonlardaki “reality show”lar. Amaç seyirciyi katarsise uğratarak rahatlatmak, kendini bir an için iyi hissetmesini sağlamak. Televizyonu aslanlarla insanların dövüştürüldüğü antik Roma arenalarının çağdaş karşılığına benzeten Baudrillard’a yakın duruyor bu açıdan. Sohbetimizde ona içinde “taşınabilir deliler evi” bulunmayan bir dünya hayal edip edemediğini sordum. “Zor değil, ben seyretmiyorum” diye cevap verdi. “Kendi imgelerimizi ve hikâyelerimizi olduğu gibi kendi eğlence biçimlerimizi ve terapilerimizi de icat edebiliriz. Bir değil, arka arkaya birçok devrimden söz ediyorum... “Devrim” kelimesinden ürkmek çok saçma! Sürekli olup duruyor zaten, yoksa hayat nasıl devam ederdi ki?”




"Dünyanın Bize İhtiyacı Var"

Romanınıza “Dünyanın her yerindeki uyumsuzlara, çatlaklara, kitap kurtlarına, içe dönük tiplere, sanatsevicilere adanmış bir aşk mektubu” diyorsunuz. Lütfen anlatır mısınız, nasıl bir aşk bu sizinki? Yalan söylenmiş, taciz görmüş, ihanete uğramış bir çocuk olarak büyüdüm ve sırf bunlara tepki gösterdiğim için uyumsuzun teki olduğuma karar verildi. Önce ailem, sonra kilise, devlet ve toplum tarafından cezalandırıldım. Psikiyatrik sorunlarım yüzünden hastaneye yatırıp güya tedavi etmeye kalkıştılar ve daha bir sürü şey... Bugün ayakta ve iyiyim. Kendime ait bir sesim, bedenim ve hayatım var. Mümkün olduğunca yüksek sesle benim gibilerin aslında hiçbir hastalığı olmadığını haykırmak istiyorum. Biz sanatçıyız, yaşadığımız toplumların yaratıcı zihinleriyiz. Aşağı inebilmiş ve orada karanlığın, kederin en dibindeki hazineyi bulabilmiş ruhlarız. Dünyanın bize ihtiyacı var. Hikâyelerimiz önemli. Birçok genç çocuğun yanlış yollara saptığı söyleniyor, oysa peşinde oldukları şey sadece hayatları. İşte size bir başka kriz daha: Gençlere kendilerini ifade etme şansı mı tanıyacağız yoksa çapulcu yahut serseriymişler gibi davranarak o güzeller güzeli kaotik ateşlerinin şiddete dönüşmesine izin mi vereceğiz?


Röportaj: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.