Can Gürses, ilk romanı “En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın”da bütün hikâyeyi cansız nesnelerin ağzından anlatıyor. Bu kadar da değil! Karakterler hakkında bilinecek ne varsa okura karakterlerin “sevmedikleri yemekler üzerinden” bildiriyor. “Çünkü” diyor yazar “sevenle sevilen arasındaki tuhaf bağa dair başka birinin söyleyebileceği söz sınırlıdır. Oysa insanın sevmediği şey üzerinden ona avuç avuç tanım, kabahat veya nitelik bulabiliriz.” En azından Gürses bulabiliyor. Böylece bir ailenin her kuşaktan mensuplarının korkuları, endişeleri, saplantıları, takıntıları, suçları, kavgaları, aşkları üzerine söyleyecek bir sürü şeyi oluyor...


Şimdi bu genç yazarla yaptığımız röportajı okuyacaksınız. Bitirirken söyleyeyim, konuştuklarımızdan aklımda kalan en güzel şey bir fotoğraf oldu. Sahilde oturup Kafka'nın"Günlükler"ini okuyan 3 yaşındaminik bir kızın fotoğrafı. "Yani tabiiki okumuyorum ama her bulduğum kitabı karıştırmaya meraklı olduğumiçin onu da okuyormuş gibi merakla karıştırıyorum" diye anlattı. Çok güzel değil mi?


- İştah açan veya iştah kapatan roman diye bir şey var mı? Mesela karakterleri; yedikleri, bilhassa da sevmedikleri yiyeceklerin ağzından anlattığınız "En Güzel Yıllarını Demek Bensiz Yaşadın" epey iştah kabartan bir roman...

İyi bir kitap karşısında okur nefsine hakim olamaz. Çünkü iyi bir kitap, dediğim dediktir. O an aşk sarhoşu da olsa, varoluş bunalımında da olsa, öfkeli de huzurlu da olsa gözünün yaşına bakmadan okuruna kafasındakini yapar. Ama "En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın" iyi bir kitapsa eğer, aynı zamanda hem iştah kabartmalı hem iştah kapatmalı.


- Neden kapatsın iştahımızı?

Çünkü evet, okurumu mükellefbir aile sofrasında ağırlıyorumama söz konusu aile olunca iştahın kapanmaması da elde değil. Amadilerim okuyan o sofradan edebiyata doymuş olarak kalkar.


'Yalnız öleceksek bari birlikte yaşayalım'


- Bir aile sofrasıyla yani "Kalabalık"la başlayıp ölümle yani "Yalnızlık"la bitiriyorsunuz. O halde bunca iştah boşuna. Yol yalnızlığa, ölüme çıkıyorsa eğer; hayatı güzel kılmak için oyunlar, oyuncaklar icat etmenin ne anlamı var?

Aslında roman kalabalık içinde yalnızlıkla başlıyor ve yalnızlıkiçinde kalabalıkla bitiyor. Bunlar, aynı ironinin iki ayrı yüzü. Hele söz konusu olan aileyse. Kimi akraban bazen varlığıyla bazen yokluğuyla seni yalnız kılar. Kimi akraban iseseni var da olsa yok da olsa daima kalabalık tutar. Hayatı güzelleştirmek istiyorsak güzel sofralar kurmalı ve oturup beraberce, keyifle yiyip içmeliyiz. Hayatı güzelleştirmeye becerimiz yoksa zaten o sofraları kurmak içimizden bile gelmez. Sonuçta yol her zaman yalnızlıktan açılıp yalnızlığa çıkar. Kalabalık denen şey bir his yanılmasıdır. Herkes yalnız kendi hayatını yaşar ve kendi hayatını ölür. Eh, yalnız öleceksek bari birlikte yaşayalım.





- Romanınızda dikkat çeken şeylerden biri denesneleri konuşturmanız. Karakterlerin hikâyelerini hayatlarına şahitlik eden nesneler aracılığıyla da anlatıyorsunuz. Fotoğraflar, duvar, kamera, çiçek dürbünü, cam sürahi, antika ayna, masaörtüsü; hepsi birer anlatıcı...

Eşyalar, bu dünyadakien sabırlı varlıklardır. Görmedikleri, bilmedikleri şey yoktur. Senin unuttuğunu eşya hatırlar ve iyi bir romancı gibitam zamanında sana hatırlatır. Eşyalar canı istediğinde domuzgibi susar, canı istediğinde bülbül gibi öter. Ser verir sır vermez derken kafasıatar, gider senin sırrını başkasına döker. Ne yapacağı hiç belli olmaz. Hakkı da vardır. Eşya, zaman dışı bir masal kahramanıdır. Çünkü bazen bir tek eşya, bir insanın bütün bir zamanıdır.


- Roman karakterlerinin ne giydikleri, ne giymedikleri niçin önemlidir?

Bir insanı yargılamanın en zahmetsiz yolu, onu görüntüsü üzerinden yargılamaktır. Bunu aklımızın bir köşesinde tutarak giyiniriz. Ancak ne giyersek giyelim, istediğimiz gibi görünemeyiz. Çünkü herkes aynı şeyi başka görür. Benyine de giysilerin ön yargılara dair elimizdeki en büyük kalkan olduğuna inanıyorum. Çoğu insan giydiğine bilinçle yaklaşmaz, anlam yüklemez. Oysa ben yüklerim.


- O halde gerçek hayatta ne giyipne giymediğimiz de aynı şekilde önemlidir...

Korkunç önemserim ben giydiklerimi. Çünkü hayatım boyunca önyargılarla karşılaştım ve daha nice önyargıyla karşılaşacağıma eminim. Madem öyle, ben de beni en iyi ifade eden şeyi giyer, yargımı herkesten önce kendim koyarım. Roman kahramanları, giysilerine bu bilinçle yaklaşmazlar. Ama her kişinin, ister hayat kişisi olsun ister roman kişisi, giysi seçimini bilinç altındaki bir şeylerle yaptığını düşünüyorum. En nihayetinde giyinmek hergün yenilenen bir seçimdir. Renk, kumaş, doku, kalınlık,incelik, desen, uzunluk, darlık, bolluk, silme felsefeye, silme "-izm"e taşçıkartacak kadar derindir. Giyinmeyi sevmemin bile edebiyat sevgimle birilgisi olmalı. Çünkü ikisi de inceliğive bütünü görmeyi gerektiriyor.Benim için giysi yorumlamak rüya yorumlamaktan daha matrak. Çünkü rüyanı yalnız sen görürsün ama giysini cümle âlem görür.


Röportaj: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.