Hepimiz biliyoruz; polisin asli görevi toplumun huzur ve güvenliğini, kamu düzenini korumak. Demokrasilerin olmazsa olmazı toplumsal olaylarda göstericilerin ifade haklarını gerçekleştirmeleri için gerekli güvenli ortamı sağlamak, onları kollamakla da yükümlüler. Ancak bugün gelinen nokta farklı. Sokaklarda demokratik eylemler değil polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanıyor. Son olarak İstanbul Okmeydanı’nda polis aracına molotof sallayan eylemciye, bu sebeple araçtan çıkıp havaya rastgele ateş açan polise tanık olduk. İpler iyice gerildi. Kaç can yitirdik. Ve işte Gezi’nin yıldönümü... Ortantısız güç kavramını kafamıza kazıyan o günden bu yana neler değişti? Toplumsal olaylara müdahale nasıl olmalı, neden aşırı güvenliğe ihtiyaç duyuluyor, polisle gösterici nasıl barışacak gibi pek çok meseleyi iç güvenlik uzmanı, Polis Akademisi Öğretim Görevlisi, sosyolog Prof. Dr. İbrahim Cerrah’la konuştuk.


Toplumsal olaylara müdahalelerde şiddet şart mıdır?

Aksine. Gösteriler; sivil toplumun yönetime karşı koyduğu muhalefet yöntemlerinden biri. Ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. Polis bu tür toplumsal olayları bir angarya ya da anormallik olarak göremez. Çünkü dünyada hiçbir yönetim, eleştirilmeyecek kadar mükemmel değil. Fakat tabii ki uygulamalar barışçıl yöntemler ve meşru sınırlar içerisinde kalmalı.


Artık kalamıyor...

İşte o zaman da gösteri meşruiyetini kaybeder, göstericiler de mesajlarını iletemez. Yoksa derdimiz; “Polise eziyet oluyor, göstericiler uslu dursunlar” değil. Bir hak kullanırken başkalarının haklarına da saygılı olmak zorundasınız.


Şiddet giderek bir hak arama yöntemine mi dönüşüyor?

Maalesef. Burada “Kim diğerini eğitecek” derseniz; sorumluluk poliste. Sen kamu düzeninin teminatçısısın. Protesto yapanların gösteri hakkını korumak da sana düşüyor. O zaman şiddet kullanımını profesyonel bir çizgiye çekeceksin. Gezi Parkı olayları buna çok net örnek. İlk başladıklarında barışçıldı ve toplumun büyük kesiminin sempatisini kazanmıştı. Ama sonra işin içine şiddet girdi.


Ortak kanı, artık ezbere söyleniyor: “Gezi’de çadırlar yakılıp yıkılmasaydı olayların boyutu çok farklı olabilirdi.”

Elbette ama faturayı direkt polise kesmemek gerek. Olaylar nasıl gelişti, karşılıklı ne gibi diyaloglar kuruldu... Orada olmadan bilemezsiniz.


Kırmızılı kadına ne kadar yakından gaz sıkıldığı hepimiz için bir işaret sayılmaz mı?

Tabii. Zaten kimse orantısız bir şiddet uygulanmadığını iddia etmiyor.


Son olarak Okmeyda’nında Uğur Kurt’un ölümüne sebep olan kurşunun polis silahından ateşlendiği ortaya çıktı. Ne gibi bir yaptırım uygulanmalı ki bunların önüne geçilsin?

Herkes onu sıkan polisi cezalandırdığımız zaman işin çözüleceğini sanıyor.


Oysa...

Toplumsal olaylarla ilgili çalışırken kalabalığın arasına katılarak o psikolojiyi de yaşadım. Çok heyecan verici. İnsanlar adeta devrim yapıyormuş coşkusuna kapılıyor. O atmosferden polis de etkileniyor. Duygularını kontrol etme konusunda iyi bir eğitim almamışsa veya amiri tarafından iyi denetlenmiyorsa verilecek cezayı düşünerek hareket etmez.


Görevden ihraç edilmek, hapis cezası almak gibi caydırıcı örnekler olsa dahi mi?

En ağır cezayı da verseniz bu böyle. Olayın heyecanıyla “Diğerinin başına bu gelmişti, benimki de yanacak” diye düşünemez. Mesele; toplumsal olayları profesyonelce idare edebilmek. Fakat maalesef bu iş, her zaman polis birimlerinin başındaki görevlilere bırakılmıyor. Siyaseten müdahale oluyor. Mesela 90’lı yıllarda zamanın başbakanı 1 Mayıs olaylarında polisin cop kullanmayacağı talimatı vermişti. Hiçbir gelişmiş ülkede valinin, içişleri bakanının veya başbakanın toplumsal olaylarla ilgili bir talimat verdiğini düşünemiyorum.


'Bırakılsa, soğukkanlı emniyet görevlisi sorunu çözer'


Şimdi de “Polis destan yazdı, polis elikolu bağlı mı duracak, nasıl sabrediyorlar”gibi ifadeler şiddetin dozunu arttırıyormu?

Muhakkak. Bu sözlerde “İlle de şiddet uygulayacaksınız” gibi bir baskı yok. Ama bir nevi telkin sayılabilir. Poliste “Halimiz anlaşıldı artık yaptığımıza müsamalı davranılır” gibi bir algı oluşturabilir. Emniyet birimlerinde çalışan tecrübeli ve soğukkanlı yöneticiler var. Onların bilgi ve becerisine bırakılırsa barışçıl yöntemlerle sorun çözülür. Siyasi aktörler olaya müdahale etikleri zaman polis profesyonelliğini kaybediyor, beklenen talepleri cevaplandırmak durumunda kalıyor ve iş o zaman kontrolden çıkıyor.


Halkın çoğu polise karşı tepkili, ama beri yandan erk destekliyor. Ruh halleri nasıl? “Kimseye yaranamıyoruz” gibi bir durum var mı?

Sitemkâr olanları var tabii. Ama polislik böyle bir meslek. Fedakârlık gerektiriyor. Toplumda yaygın olan algının aksine üzerinde üniforma, keyfe göre güç kullanabilecekleri ya da vatandaşa bağırıp çağırma, laf dalaşı yapma, sokakta adam dövme mesleği değil. Böyle davrananlar görev yapmıyor, suç işliyor demektir.


Her polis bu bilince sahip mi?

Polis eğitimlerinde anlatılmalı. Akademik olarak vurgulamadığınız müddetçe polis oturup da bunları düşünmez. Zaten bin tane sıkıntısı var.



‘Polis tahrik etmeyecek’



“Aşırı güç kullanımı” deniyor. Şiddetin dengelisi nasıl olur, nerede aşırıya kaçmış oluyoruz?

Kuvvet kullanımı aşamalı ve orantılı olmalı. Ama polisin devletin silahlı bir hizmet kurumu olduğunu unutmamak lazım. Sahip olduğu silahları kullanması suç ise vermeyeceksiniz.


Eyvah...

Tabii ki kafasına göre kullanması meşru değil. Saldırgan olmayan kalabalığa saldırı amaçlı kuvvet uygulayamaz.


Her eylemde biber gazı kullanılmasına ne diyorsunuz?

Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında bir acelecilik var. Biber gazı ölümcül olmayan silah kategorisinde ama birinin kafasına sıkarsan öldürebilir de. Ayrıca verildi diye, “Önüne gelenin ağzına burnuna sıkacaksın” diye bir şey yok. Bakın, 90’lı yıllarda robokop kıyafetleri alındığında polisler artık “Göstericiler bize yaklaşamayacak” diye heyecanlanmıştı. Robokop, biber gazı gibi de değil, sadece görüntü olarak ürkütücü. Ama onlarla kalabalığın önüne çıktığınızda tansiyonu yükseltiyorsunuz. Eylemci tarafında da “Bize ne yapacaklar” gibi bir beklenti oluşuyor. İster istemez galeyana geliyorlar. Ki vatandaşın tahrik olmamak gibi bir sorumluluğu yok. Polis tahrik etmeyecek. Kıyafetiyle bile barışçıl olmalı.


İşi bir de göstericiler açısından ele alalım.

Dünyanın neresinde olursa olsun büyük çaplı eylemlerde arada aşırıya kaçan, yakıp yıkan, olayı provoke etmek isteyenler olur. Tasvip etmek maiyetinde söylemiyorum. Ama bu böyle. Gezi’nin ilk günlerinde bu tip kişileri oradaki göstericiler kendi aralarında kontrol altına almaya çalıştı. Demek oluyor ki bizde de eylem kültürü yavaş yavaş oturuyor.


Göstericilerle polisin arası nasıl düzelecek?

Gösterici genelde polisten şikâyetçi, baskı yaptığını düşünüyor. Ama öyle olaylar vardır ki polis orada olmasa güvenlikleri tehlikeye girer. Onlara saldırmayı bekleyen karşı görüşlü grup polis sayesinde cayabilir. Bunu fark etmeleri lazım. Ve tabii polis de korumacı bir üslup sergilemeli. Güç kullanımı cezalandırma değil önleme ve caydırma amaçlı olacak. Polis bir ceza infaz kurumu değil. Amaç kalabalığın dağılmasıysa; önce bir alan ve zaman vereceksin. Ayrıca kaçarken yere düşen göstericilere vurulmayacağı gibi, arkalarından can havliyle koşup yakaladığını dövmeye gerek yok.



‘Çevik Kuvvet ülkenin vitrini’



Türkiye’de neden aşırı güvenliğe ihtiyaç duyuluyor?

50 kişilik bir eylemde bile dört tarafı polislerin sardığına şahit oluyoruz... Bizdeki kadar çevik kuvvet mensubu olan hiçbir Avrupa ülkesi yok. O kadar çok bulunduruyoruz ki bir yerde olay olsun da gönderelim istiyoruz; yoksa kendi aralarında sıkıntı oluşturacaklar. Bence Türkiye endişe edilecek kadar güvensiz bir ülke değil. Polisinize de güvenin.


Peki bu tür aşırı güvenlik manzaralarının ülkeyi kutuplaştırdığını ya da gerdiğini düşünüyor musunuz?

Maalesef kimsenin gözündenkaçmayan bir gerçek bu. Çevik Kuvvet birimleri ülkemizin vitrini adeta. Gezi Parkı olaylarında da olduğu gibi dünya bizi toplumsal olaylardaki uygulamalarımız üzerinden görüp değerlendiriyor. Ülkenin huzur ve güveninin bozulmasından kimseye yarar gelmez. Bu gerilimin iç siyasette oy olarak kazancı ya da kaybını konuşanlar var. Hepsinden önemlisi uluslararası imajımıza telafisi zor, olumsuz etkileri oluyor. Dolayısıyla Çevik Kuvvet personelinin iyi eğitilmesi lazım. Görev şartlarını da iyileştireceksiniz. Uykusunu alacak, yemeğini yiyecek, tuvalet ihtiyacını giderebilecek. Yoksa hiçbir şey düzelmez.


Röportaj: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.