Kabul ediyorum, heyecanlı ve güzel bir gündü. Sevdiklerim, dostlarım yanımdaydı. Adrenalin vücudumda zirve yapmıştı, gözlerim parlıyordu. Ama düğün sahibi olarak kafamda sürekli "Davetlilerin hepsi geldi mi?", "Yemeklerde bir sorun yaşanıyor mu?", "İnsanlar eğleniyor mu?" gibi sorular cirit atıyordu.


Çiftler ve aileleri, düğün hazırlıklarına giriştikleri an kartopu gibi başlayan ama kısa sürede çığa dönüşen sorumlulukların altına giriyorlar. Ne kadar ince eleyip sık dokursanız dokuyun, düğün sırasında mutlaka bir şeyler ters gidiyor. Çoğu kimseye göre hayatlarının en önemli günü olabilir ama bana sorarsanız düğünler çok iyi "organize edilmiş kazalar"dan başka bir şey değiller. İşte bu sebeptendir ki böyle törenlere katılmaktan hoşlanmam. Ev sahibinin serotoninden çok kortizol salgıladığı bir yerde misafirlerin tam anlamıyla hoş vakit geçirebilmeleri mümkün gelmiyor bana.


"Anladık İzzet, düğünleri sevmiyorsun, peki niye bunu bizlerle paylaşıyorsun?" dediğinizi duyar gibiyim. Efendim o zaman iki Bayram arası niye bu konuyu açtığımı hemen söyleyeyim size. Pazar günü sevgili Deniz Seki'nin neredeyse oğlu yerine koyduğu biricik kardeşi Serdar'ın düğününe davetliydim. Deniz'in her zaman bende özel bir yeri vardır. Kardeşine daha doğrusu kardeşleri Serdar ve Serkan'a da ne kadar düşkün olduğunu iyi bilirim. Anlayacağınız bu düğüne gitmek zorundaydım. Hal böyle olunca, başladım gecenin hazırlıklarına.


İnanın berber koltuğunda otururken ‘Pazar günü ve gecesinin zaman akışını nasıl hızlandırırım da bir önce evime dönerim’ diye düşündüm durdum. Neyse saat 8 gibi aldım bizim Burak ve Aristokrat Google Sarp'ı yanıma, tuttuk Su Ada'nın yolunu.


Davetin verildiği mekana adımımı attım fakat o da ne? Şimdiye kadar alıştığım ve uzak durmaya çalıştığım düğünlerin atmosferinden eser yok burada. Aslında olması gerektiği gibiydi ortam, neşeli bir kutlama, büyük bir parti havası hakimdi dört bir yanda. Birbirini tanıyan tanımayan pek çok kişi çevrelerindeki masalarla sosyalleşiyor, gülüyor, konuşuyor ve Serdar ile gelin kızımız Pınar'ın mutluluğunu hakikaten samimiyetle paylaşıyorlardı.





Birden ayaklarım geri geri değil de son sürat ileri gitmeye başladı. Masamıza geldiğimde bir sürprizle daha karşılaştım. Belki de bugüne kadar tanıdığım kendini en çok kendi gibi yaşayabilen insan oturuyordu yarım metre ötede. Kimden mi bahsediyorum? Tabii ki Yıldız Tilbe'den. Birkaç dakika sonra aramıza Cenk Eren de katılınca tesadüfi ekibimiz tamamlandı. Yıldız'ın o en iyi niyetlisinden pervasızlığı ve sohbeti, Cenk'in bitter çikolata tatlılığındaki sivri dili sayesinde keyifli bir gece olacağı kuşkusuzdu.


Derken karşıdan Deniz'i farkettim, gözlerinden ışık saçarak geldi yanımıza. "Hayatımın en mutlu günü, oğlum evleniyor" diyerek sarıldı bana. Sözlerindeki samimiyet her halinden belliydi Deniz'in. Fıstık gibiydi bir kere. Kilo vermiş, hatta kiloyla beraber yaşından da 5-10 sene vermiş adeta Serdar'ın 'anneablası'. Her konukla tek tek ilgilendi, kimisini ellerinden tutup dans pistine çıkardı, kimisiyle oturdu tatlı sohbetler etti.



Bir ara davetlilerden biri olan Hakan Altun çıktı sahneye. Hakan milleti coşturmaya başlamadan önce gelin ve damatı yanına çağırdı. Üçü birlikte 'Benimle Evlenir misin?'i söylediler. Hemen ardından da programın 'Eller Havaya' kısmı başladı.


15 dakikadır ortalardan kaybolmuş olan Yıldız geri geldi masaya. Ama bambaşka bir Yıldız'dı sandalyesine oturan. Çünkü bizim 'delikanlı' kız iki arada bir derede nereden bulduysa bir kuaför bulup, saçlarını topuz yaptırmıştı. Bunu gören Cenk ise "Helal olsun" dedikten sonra tuttu Yıldız'ı elinden doğruca dans pistine götürdü. 'Bestelerin Kraliçesi' ile 'Sahnelerin Prensi' halay çekerlerken bendeniz de biraz etrafıma bakınayım dedim. Her zaman Gargamel'den, Rin Tin Tin'den medet ummak olmaz, belki bu sefer kendim birkaç şöhret görüp haber yakalarım diye düşünüyordum.




Neyse efendim taktım dürbün niyetine gözlükleri başladım teker teker masaları seyretmeye. Erkan Özerman arkadaşlarıyla birlikteydi. Onun hemen ilerisinde Hakan Peker oturuyordu. Yahu Hakan'a baktım da, adam "Bir Efsaneydi" şarkısının çıktığı yıldaki gibi görünüyor hala. Anlamadım gitti, şimdi mi genç gösteriyor yoksa o zamanlar mı yaşlıydı?


Benim iyice kafamı karıştıran ise bambaşka bir şey oldu. Aslında kafamı karıştıran dememeliyim, çünkü maalesef düğündeki durumun sebebini az çok tahmin edebiliyorum. Umarım haksızımdır ama sanmıyorum. Tamam, tamam bulmaca gibi konuşmayı bırakıp, bu keyifli gecede canımın neye sıkıldığını hemen anlatacağım.


Önce Deniz'in düğüne çok fazla sanatçı arkadaşını çağırmadığını zannettim. Fakat sonra öğrendim ki davetli olmalarına rağmen gelmemiş Deniz'in yarenlerinin çoğu. Gözlerim Gülben'i (Ergen), Nihat'ı (Odabaşı), Pınar'ı (Atacan) aradı ama nafile. Bu arada lütfen yanlış anlaşılmasın, yukarıdaki isimleri günah keçisi yapmak adına telaffuz etmedim. Kim bilir belki de tabii ki çok geçerli mazeretleri vardı. Bir çok sanatçı arkadaşı yalnız bırakmıştı Deniz'i en mutlu gününde.


"Acaba neden?" diye düşündüğümde insanoğlunun çiğ süt emdiğini bir kez daha kanıtlayan bir tablo çıktı karşıma. Deniz ne kadar yüzünden gülücükleri eksik etmese de, hayatını ertelemeden yaşamaya devam etse de, malumunuz zorlu bir bekleyiş sürecinde şu anda. Üç sene önceki imtihanını bir başka şekilde tekrar yaşıyor bu 'adları suya hapseden' güçlü kadın. İyi gününde beraber gezip eğlenmek için can atan, bir şarkı sözü alacaklar diye yollarına gül döken 'kankalar'dan eser yok şimdi.


Ama bir de belki duruma iyi tarafından bakmak lazım. Şimdi "Arkadaşlarına en çok ihtiyacın olduğu zamanlarda seni unutmalarının nesi iyi?" diyenleriniz olacaktır. O zaman söyleyeyim; ne kadar acı da olsa bu sayede kimin dost kimin Brütüs olduğunu anlıyorsun. En azından artık kimlerin seni ‘hak etmediğini’ anlayıp onlarla vakit kaybetmekten kurtuluyorsun.





Şu meşhur Oprah, bir röportajında şöyle diyor; " Bir sürü insan limuzinimin içinde benimle beraber gezmek istiyor, ama asıl istediğim limuzin arıza yaptığında benimle otobüse binecek dostlar". Oprah'ya en kısa zamanda bir teşekkür tweeti atarım artık durumu böylesine net analiz ettiği için. Deniz de artık eminim hem limuzinlik hem otobüslük dostlardan başkasını almayacaktır hayatına.


Ama tabii Deniz sen de çok masum değilsin. Hep güler yüzlüsün, sevgi dolusun, başarılısın, insansın, fedakarsın, güçlüsün, yıkılamayansın, henüz doğum yapmamış bir 'annesin', eh üstüne üstlük bir de güzelsin. O zaman etrafında tüm bunlara sahipsin diye sana dost görünen 'Brütüslere' müstahaksın.


Haber:İzzet Çapa

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.