40 yaş virajı bazı köşe yazarlarının baş konusudur. Yazarlar da yazarlar. “40 yaş kendini tanıma yaşıdır, daha cesur davranırsın” gibi süslü cümlelerle bu yaşa saygı duruşu medyada bitmez. İşte bir 40 yaş ve cesur karar hikâyesi daha. Lakin bu kezmesele bir köşe yazısından ibaret değil. 40 yaşına basan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) herhalde yaşının da getirdiği olgunluk ve cesaretle olsa gerek, İstanbul’un güzel yüzüne Tasarım Bienali öpücüğünü kondurdu.


Ey birey artık tüketme

İstanbul’u iki aylığına da olsa bienal, şehirde yaşayanları kentsel tasarım,mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik tasarım,moda tasarımı, yenimedya tasarımı gibi alanlarda biraz kafa yormaya çağırıyor. Bienalin küratörleri Emre Arolat ve Joseph Grima’nın seçtiği temanın adı, “Kusurluluk”! Herkesin kusursuzluğa gözünü diktiği yüzyılda 46 ülkeden 300’e yakın tasarımcı vemimar, 100’den fazla projeyle bu temayı anlamaya, anlatmaya çalışıyor. Bienalin anamekânlarından biri, 2007’den bu yana öğrencisizlikten eğitime kapısını kapamış Galata Rum İlkokulu. Okulun 2 bin 300 metrekarelik alanında “Adhokrasi” başlığı altında 120 tasarımcı vemimarın 60’tan fazla projesi biraraya getiriliyor. Katalogda yazan şu: “Adhokrasi, günümüzde tasarımın, maksimumifade alanını nihai üründen ziyade, kullanıcıyı bitmiş ürünün tanımlanması sürecine dahil eden sistem, araç, ağ ve platformlarda bulduğunu öne sürüyor.” Gel de katalog açıklamalarından bir şey anla.


(Bu tarz sanat sepet işlerindeki büyüklerimize not: İşimizi kataloglara bıraksak, samimiyetle söylüyorum hiçbir serginin kapısından girilmez. Ne bienaller gördük katalog kurbanı oldular!)


Neyse ki koşarak gittiğim bienali koşarak terk etme ihtimalini devre dışı bırakmak için yanımda İKSV rehber koordinatörü vardı. O anlatıyor: “Adhokrasi bize, ‘Ey birey, artık biraz da tüketme, artık şu konformist tavrından vazgeç çünkü sana bir şeyler dayatılıyor, sen artık sorgulamıyorsun, biraz sorgula’ diyor.” Hakikaten ilkokulun katlarına yayılmış projeler de insanda “Eh ben de yapabilirim, bahçemi ekip biçeyim, gerekirse bir de traktör bulayım, zenginden alıp fakire vereyim, bu kent için bir şeyler yapayım, kendimi hiç olmazsa bir şeylere adayayım” hissini uyandırıyor.


Girer girmez tepemizde Fransız-Macarmimar Yona Friedman’a özel olarak sipariş edilen ve 140metrekarelik İstanbulmodeli, asılı duruyor. Strafordan yapılmış bir İstanbul. RehberimMeriç Akdiş soruyor: “Sizce kaç kilodur ağırlığı?” “Strafordur, hafiftir” diyerek hafife aldığımyanıtımdan belli: “2 kilo!” İnsan biraz usturuplu atar; 4 tonmuş. İşte rehberle gezmenin faydalarından biri daha... Bu arada, şehrin sokaklarında her daim “Çimenlere basmayınız” uyarısıyla dolup taştığımızdan burada da ürkek dolaşabilirsiniz; dolaşmayın! Adhokrasi’de gezerken her şeye dokunabilir, hatta yiyebilirsiniz.


Pet şişede mavi kapaklar

Çünkü burada 3D printer’lardan peynirler bazen çikolatalar çıkıyor. Hatta girişteki “Kendi kendinin hediyesi ol” projesine de bakıp geçmeyin, çünkü bunda kameralara verdiğiniz poz birkaç dakika sonra elinizde sizin küçük bir plastik heykeliniz olarak duracak. Adhokrasi daha çok bir laboratuvar gibi. Burayı gezerken emeğin değerinin yanı sıra insan “Neden bu kadar çok tüketiyorum” diye düşünüyor. Okulun en üst katındaki terasta bir pet şişenin içindemavi kapaklar duruyor. “Bu damı bienalin bir parçası” diye sordum. Kimsenin haberi yok. Nasıl olduysa gelmiş o pet şişe terasa konmuş. Tema “Kusurluluk” olduğuna göre, o pet şişe oraya fazlasıyla yakışıyor.


Bir musibet bin nasihat

“Kimseye ihtiyacımız yok, anarşi şimdi” diye sokaklara çıkıp bağırmadan önce, bienalin ikinci durağı İstanbulModern! İstanbulModern’de küratörlüğünü Emre Arolat’ın üstlendiği “Musibet”, 165 tasarımcı vemimar tarafından hazırlanmış, İstanbul ve başka yerlerdeki büyük dönüşümleri göz önüne seren 30’un üzerinde projeyi biraraya getiriyor. Musibet, sanki Ali Ağaoğlu’nu anmadan geçemediğimiz günlerin bir özeti. 1400 metrekarelikmekânda son dönemin popülermeselesi kentsel dönüşümve toplu konut projeleri yer alıyor.


Girişte bizi Adil Kebap Dürüm’ün gecekondusu karşılıyor. Hatta Adil Usta gelmiş ve kendi gecekondusunu buraya kendisi inşa etmiş, yeniden. Ha kentsel dönüşümçokmu fena? Adil Usta’nın yükseliş hikâyesi de burada başlıyor, çünkü İstanbul’a gelmiş, dürümcüyü açmış, kendine ait 4 katlı apartmanı da dikmiş ve şu anda bu bienalin de yıldızı! Demir kapılardan girerken duyduğunuzmis gibi bir koku bienal için özel olarak tasarlanmış, yıllar sonra bu kokuyu duyduğunuzda aklınıza bienal ve kentsel dönüşüm musibeti gelsin diye. Bir demir parmaklıktan içeri girdikten sonra içinizin kararacağını düşünmeyin. Zira İstanbul-o-matik şu anda şehirdeki en eğlenceli oyun olabilir. Oyunda İstanbul’u yeniden tasarlayabiliyorsunuz. “40 NasihatMade in İstanbul”, şehirde yaşarken nasıl bir deliliğemaruz kaldığımızı anlatıyor. İslam, Cumhuriyet, neoliberalizm, şehirdeki camiler, AVM’ler ve cumhuriyet anıtlarının haritalarıyla sizi baş başa bırakıyor. Yani gün içinde neden sürekli bayrak, Atatürk heykeli ve cami gördüğünüzü anlamlandıramıyorsanız alın işte bienaller bunun için yapılıyor. Bir de bienal insana soru sorduruyor.


Misal, Bahar Korçan’ın “Hassas Ritim” adını verdiği, benimse “Galata’yı kimler işgal etti” başlığında okuyabildiğimşikâyet projesi bana şunu sorduruyor: “Peki madem öyle, neden Galata’dan Nişantaşı’na geri taşınmıyor?” Cevabı, kısmetse bir dahaki bienale...


Haber: Elif Key

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.