Ritüeller düzenli aralıklarla insana yaşadığını, hayatın tam içinde olduğunu hatırlatır. 21 Aralık 2012’deki ritüelimizse çok farklı. Çünkü gezegen ve yıldızların bu tarihte gökyüzünde geldiği konum, tam 584 bin 283 yılda bir gerçekleşiyor. Yani böyle bir şeye bir daha asla tanık olamayız. Bu yüzden de hepimiz topluca kafayı 21 Aralık’a takmış durumdayız...


Ama ben işin aslını, bilen birine sormak istedim. Astroloji Okulu’nun yöneticisi olan ve konuyla ilgili üç de kitap yazan Öner Döşer, 21 Aralık’ta bizi neyin beklediğini anlattı. İşte HT Pazar’ın kıyametten önceki son röportajı... Devamını bu pazartesi Habertürk’te başlayacak 21 Aralık 2012 yazı dizimizde okuyabilirsiniz.


21 Aralık’ı nasıl karşılayacaksınız?

Astroloji Okulu’nda verdiğimiz partiyle. Herkes orada olacak, öğrenciler, eğitmenler, astrologlar. Sizi de bekliyoruz.


Geri kalanlar ne yapsın?

Dua etsin,meditasyon yapsınlar, ama abartmasınlar. Çünkü bu çok özel günde önemli olan başka insanlarla, sevdiklerimizle birlikte olmak. Eski Türklerin 22 Aralık’ı bayram olarak kutladıklarını biliyoruz. Bu da öyle bir gün. Hem yeni bir yılın başlangıcı, hem de yüz binlerce yılda bir tamamlanan bir döngünün sonu.


Peki kıyameti beklemek için Şirince’ye gidenler saçmalıyor mu?

Ne amaçla gittiklerine göre değişir. Sevdikleri, enerjisine inandıkları bir yerde olmak istiyorlarsa, ne âlâ. Kıyameti bekleyeceklerse, boşuna.


O halde esas konumuza gelelim... Bir astrolog olarak bu süreci nasıl tarif ediyorsunuz?

2016’ya kadar sürecek önemli bir değişim ve dönüşüm sürecindeyiz. Bir geçiş dönemi de denebilir. Elbette olumlu anlamda söylüyorum, bildiğimiz anlamda bir kıyamet söz konusu değil. 21 Aralık 2012 de bu süreçte çok önemli bir açılım noktası. Ama şahsen her şeyin bir günde olup biteceğini, gelişim sürecimizde bir anda hepimizin aynı düzeyde tekamül göstereceğini düşünmüyorum. Bu yüzden 21 Aralık 2012 tarihini, önemli bir açılımın sadece başlangıcı olarak görüyorum.


Yani?

Bu tarihte tüm dünyayı bir anda değiştirecek fiziksel bir olay gerçekleşmesini beklemiyorum.


“Sahte kurtarıcılar türeyecek!”

Halbuki bunu bekleyenler var...

Haklısınız, ben de görüyorum, okuyorum. Pek çok kişi kurtarılma veya seçilme beklentisi içinde, 21 Aralık 2012’yi bekliyor. Kıyamet Günü’ne benzetilen bu tarihte, kimileri İsa’nın yeryüzüne ineceğini düşünüyor, kimileri kurtarıcı bir Mehdi bekliyor. Bazı seçilmiş insanların, uzaylılar tarafından kurtarılacağını iddia edenler de var. Dini kaynaklarımızda varlıkları açıkça belirtilen Mehdi, İsa, Deccal kavramlarına ben de inanıyorum elbette, öte yandan 21 Aralık’ın onlarla bir ilgisi olmadığına kesinlikle eminim.


Peki ya E.T.’lere, yani dünya dışı varlıklara inanıyor musunuz?

Onların varlığını, bize yardım edebilecekleri düşüncesini yadsımıyorum. Bence tamda dünya dışı zeki yaşamların var olduğunu hızla algılayarak onlarla iletişim kuracağımız bir dönemdeyiz. Ama 21 Aralık 2012’nin astrolojik haritasından yola çıkarsak, Balık burcundaki Neptün-Kiron kavuşumunun Jüpiter ile kare açısının, beklentiyi yükselten ve hayal kırıklığı yaratan bir yönü de olduğunu unutmamalıyız.


Bu ne anlama geliyor?

Şu anlama geliyor: Göreceksiniz, birtakım sahte kurtarıcılar türeyecek. Oysa kurtarılmayı beklemek saçma. Kendimizi ancak biz kurtarabiliriz. İmkânlarımız dahilinde olan şeylerden bahsediyorum tabii. Cüz-i irademizle külli iradeye, yani kozmik düzenin işleyişine müdahale etmek gibi bir şansımız olmadığının, bu konuda haddimizi bilmemiz gerektiğinin farkındayım. Birlik olarak hareket edersek, olumsuz etkilere karşı tedbir alabilir ve onlardan elimizden geldiğince uzak durabiliriz.


Uzun zamandır beklenen Kova Çağı’nın başladığını, eğer gücümüzün farkına varır ve onu doğru kullanmayı başarabilirsek, aklın hurafelere, boş inançlara, anlamsız hırslara egemen olacağını söyleyenler de var. Oysa bana hiç de aklın egemen olmaya başladığı bir dünyada yaşıyormuşuz gibi gelmiyor...

Astrolojik olarak bakarsak, Kova Çağı’nda toplumcu ve evrensel düşüncenin, birlik bilincinin, eşitliğin ve adalet duygusunun gitgide güçleneceğine ben de eminim. Bu süreçte zihinsel perdelerimiz yavaş yavaş ortadan kalkacak, çağın değerleri olumlu manada değişime uğrayacak. İnsanın gelişmesine, evrensel prensipleri idrak etmesine mani olan hallerin ortadan kalkması da, beynin daha fonksiyonel kullanılmasını mümkün kılacak.


Algılarımızın açılacağından, başka boyutları da hissedebileceğimizden bahsediyorsunuz...

Evet, farklı yaşam formlarını ve bilinç düzeylerini hızlı bir şekilde keşfetmeye başlayacağız. Düşük bilinç düzeyinden kaynaklanan tüm çatışmalar, zaman içerisinde çözüme kavuşacak. Hiç bilmediğimiz gerçek yeteneklerimizi keşfedeceğiz belki. Ya da zaten sahip olduğumuz yeteneklerin kapasitesi genişleyecek. Zihinlerimiz özgürleşecek.


Ne zaman?

Bilmiyorum ama uzak bir gelecekten de bahsetmiyorum doğrusu. Umutluyum, iyi ve faydalı bir insan tipi ortaya çıkacak. Tasavvuftaki insan-ı kamil gibi... Azizüddin Nesefi’nin “kamil insan” tarifini hatırlayalım: İyi sözler, iyi hareketler, iyi ahlak ve bilgi...


“Altın çağ geldi!”

Yani bilgi olmadan iyiliğin bir kıymeti yok...

Bilgiyle kastedilen, sadece teknoloji veya bilim değil. Bilgi, Yaradan’ın eserlerini idrak etmek, kainatın işleyişini öğrenmek, tekamülün hangi amaca hizmet ettiğinin farkında olmak içindir. İnsanın ruhunu tatmin edecek ve içindeki boşluğu dolduracak olan şey de işte budur. Kaderimizi çizen, evrenin ve alemlerin hareketlerini ve bunların dünyamızdaki hayatla bağlarını düzenleyen, karanlık yolumuzu aydınlatan ilahi sevginin farkına varmalıyız. Manevi ve insani değerlerin hayatımıza daha fazla girmesi, alçak gönüllülük, vericilik ve affedicilik gibi kavramların tekrar kazanılması, içinde bulunduğumuz zorlu sürecin üstesinden gelmemiz açısından büyük önem taşıyor.

Peki ya önümüzdeki hafta kıyamet kopacağını iddia edenler haklıysa?

Allah’ın yazdığı kader çizgisi aşılamaz. Ama onun bize seçim hakkı verdiğini, bunu doğru kullanarak yaşanan zamanı güzelleştirebileceğimizi unutmayalım. Karl Marx’ın bir sözü var, “Bir teori ancak kitleleri etkilediği zaman maddesel bir güç haline gelir” demiş. Çok doğru. Bu yüzden 2012’yi bir felaket yılı değil, krizlerle birlikte gelen mecburi dönüşümlerin yaratacağı fırsat ve olanakların yılı olarak görüyorum. Zor dönemlerin ardından muhakkak ferahlatıcı bir dönem gelir. O ferah dönemde bize vaat edilmiş olan “Altın Çağ” dan başka bir şey değildir.


Haber: Gülenay Börekçi


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.