Geçtiğimiz hafta olağan dışı bir zamandı benim için... Niye öyle olduğunu anlatacağım. Anlatmalıyım. Sabırsızlanıyorum...


Eminim biliyorsunuz: Temel’in horozu ile komşusu Dursun’un horozu niyeti bozmuş. Diğer komşularının kümesinde aksiyon almayı planlamışlar. Yakalanmamak hesabıyla gece yarısını beklemişler. Gün ağarırken Temel’in horozu, Dursun’unkine seslenmiş “Haydi toparlan, yakalanmadan tüymeliyiz”. Öteki ibiğini sallayarak yanıtlamış “Ben artık dayanamıyorum öteceğim” diye.


Şu geçen haftayı sizlere anlatma konusundaki haleti ruhiyem budur.


Zorla durmaktayım.Öteceğim...


Ama şu kadarına da hâkimim. Yani malum horozdan az hallice...


Haftanın ortasını saklı tutup başı ve sonunu takdim edeceğim. Ne diye? Heyecan yaratmak için? Yok canım... Bizde öylesi hesap ne gezer? Her şey yerli yerine otursun, kendime gelme emelindeyim.


BOTTURA İSTANBUL’DA

Mayıs ayının son günü... Ertesi sabah erkenden yolcuyum. Ama az durun. Bizim Feride von Habsburg telefonda: “20.15 itibarıyla hatırlatayım istedim, beklemedeyiz.”


“Şaka mı yapıyorsun” diye geveliyor, bir ümit defterime davranıyorum... Ama hayır. Bir, kadın ciddi... İki, kadın haklı... O akşam için söz vermişim. “Feride” diyorum, artık sesim çok kısık, “Geliyorum”.


Feride, beni böyle öldürecek. Hani keşke bir söylense, ben de şirretçe silkelensem. Hayır “Avusturya- Macaristan Kreması” suhunetini muhafaza ediyor...


Can havliyle yola koyuluyorum. Trafik yok gibi, bir solukta “sevimsiz yapıya” yanaşıyoruz. Buraya kim izin verdi? Burayı kim çizdi?


Koşar adım menzildeyim. Ev sahibesi ayakta... Hemen yerime oturuyorum. Mekân an itibarıyla dünya aşçılarının şampiyonlar liginde... Kâh forvet, kah sağ bek oynayan bir adamın yeni lokantası.


İnanılması zor, adam “dünyanın en iyi üçüncü lokantası” seçileli daha bir ay olmuş. Ve şimdi deplasmanda. Bizim sahamızda. Karşımızda. Söylüyorum, gülerek “Burası artık benim de saham” diyor.


Evet Massimo Bottura İstanbul’da.

Bottura’nın İstanbul’da olması her açıdan çok önemli. Öncelikle Türk Mutfağı için, hem aşçılar hem de müşteriler için önemli, artık önümüzde birebir izleyebileceğimiz küresel ufuklar var. İkinci olarak İstanbul’un küresel şöhreti için önemli. Bakın bazılarına, şaşırtıcı gelecek biliyorum ama dünyadaki turizm menzillerinde kaç tane “LV dükkânı” mevcut?


Çoğu insan için çok önemli değil.

Ve fakat Bottura’nın varlığı, işte o belirleyici.

O ne demek? Anlatayım...

Bazıları için tercih değiştirtecek kadar önemli. Ve bu “Bazıları” tam da peşinde olduğumuz “seyyah tipi, sofistike ve paralı”.

“Henüz açıldı gibi” ritmindeki mutfaktan ardı ardına tabaklar geliyor. Ana yemek “fırında ağır pişirilmiş dana dili”, bize mutfaktaki on numarayı sergiliyor.

Ama az durun. Gecenin sürprizi tatlı tabağı... Başkaldıran “Arkadaşlar ona öyle demezler” diyen bir tercih... Bekletilmiş parmesan peyniri ile hazırlanan bir makarna. Ne diyeyim? Pes, vallahi!

Hele taşlar yerine otursun. Dükkân tam açılsın. Dolsun.

Tekrar gideceğiz. Şarap listesine, mutfağa ve servise tekrar bakacağız.

Hiç bu kadar önemli bir projenin peşi bırakılır mı?

Baştan demiştik, bu haftanın başı idi. Üzerinize sağlık.


Massimo Bottura kim?

2014 Nisan ayında İsveç’te verilen ve gastronomi dünyasının prestijli ödüllerinden biri olan “Global Gastronomy Award”u kazanan Massimo Bottura, geleneksel yemekleri modern tekniklerle uygulayarak yemeği çağdaş sanatla birleştiriyor. Bottura, yerel ve geleneksel malzemeler kullanarak “modern tabaklar” hazırlıyor. İtalyan mutfağının yıldızları arasında yer alan şef Bottura, 2005’te yayınlanan “Aceto Balsamico” ve 2006’da yayınlanan “Parmigiano Reggiano” ve “PRO Attraversotradizione e innovazione” kitaplarıyla zaten hem pratik hem de teorik ölçekte vardı.


Bottura, 1986’da doğduğu şehir Modena’da “Trattoria del Campazzo” adlı ilk restoranını açtı. Bu restoranda Georges Coigny ile çalışarak geleneksel İtalyan pişirme teknikleri ve klasik Fransız eğitimini birleştiren mutfağını oluşturdu. 1994’de Monte Carlo’daki “Louis XV Restaurant”da Alain Ducasse ile birlikte çalışarak deneyim kazandı. Bu süreçte Ducasse’nin tedarikçileri ve deneyimli şefleriyle tanışma fırsatını da yakaladı. Arka plan üzerine detaylı bilgi sahibi oldu. Modern İtalyan mutfağının starı Bottura, 1995’te Modena’nın merkezinde bulunan ve 2012’de “3 Michelin yıldızı” kazanmış olan Osteria Francescana adlı restoranını açtı. 2000 yazında İspanyol şef Ferran Adria sayesinde mutfağına ve pişirme tekniklerine yepyeni bir vizyon kazandırdı. Osteria Francescana Restaurant’ını hayata geçtikten 16 yıl sonra Bottura, benim de yönetim kurulunda olduğum “Uluslararası Gastronomi Akademisi” tarafından “dünyanın en iyi şefi” seçildi. Kasım 2011 içinde ikinci restoranı “Franceschetta58’yı hayata geçirdi. Bistro konseptli Franceschetta, 58 küçük tabakta atıştırmalıklar sunuyor. 2014 Massimo Bottura için heyecan verici bir yıl. Önce “Dünyanın En İyi Elli Lokantası” sıralamasında 3’üncü sıraya yerleşti. Hemen ardından İtalya dışındaki ilk restoranını İstanbul’da açtı. Yeni restorana “Ristorante Italia” ismini verdi ve şöyle dedi: “Hayatta bir noktaya gelebilmek için hayalleriniz olmalı. Hayatı ayaklarınız yere basarak hayallerinizi de yüksek tutarak yaşamalısınız. Hayallerinizden vazgeçmeyin. Hayaller hayata bağlanmamızı sağlar. Hayallerime tutunmasaydım, hedeflerime ulaşmak için elimden gelen her şeyi yapmasaydım Osteria Francescana bugün hayata geçmiş olmazdı.”


İçindekiler’in estetik lezzeti

Haftanın ortası “Az sonra” demiştik. İyi de, başı şampiyonlar ligi olan “bir fasıl” ne oldu? Haftaya.


Ama size bir de haftanın sonunu anlatacağım. Döndüm, İstanbul’a vardım. Tezcan Yaramancı aradı “Sana bir kitap yolladım” diye...


Kitap söz konusu olunca sabırsızlanırım. Davrandım.


“İçindekiler”i Cemre Narin ve Begüm Atakan kaleme almış. Bir Yapı Kredi Yayınları kitabı. 315 sahife, İstanbul, Ofset Yapımevi basmış. Grafik N.P. Garcia, Fotoğraflar A.Ağaoğlu, Y. Çan...


Son söyleyeceğimi baştan söylemeliyim. Bu kitap “rafine bir estetik” sunuyor. Bunu çok önemsiyor ve takdir ediyorum. Cemre, hem yakın komşum hem de sevdiğim bir arkadaşım. Epeydir bir koşuşturma içinde olduğunu görüyordum. Ama bu kitap. Bana “Vay gizli sıtma, vay atom karınca vay” dedirtti.


Bu ne ketumiyet... Kitabı bir kaç kez tedavi gerektirir bir fetişizm ile okşadım. Sahifelere dokundum.


Şimdi mutfak zamanı...


Her iki kafadarı kutluyorum.


Mutfak âlemimizin maçoları, farkında mısınız kadınlar geliyorlar..



Yazı: Ali Esad Göksel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.