“ALİEN” (1979) ve “Blade Runner” (1982) gibi bilimkurgu sinemasının iki modern klasiğine imza atmış bir yönetmen, aynı türe yeniden döndüğünde heyecanlanmamak mümkün mü? “Prometheus” bu heyecanı destekleyen rüya gibi bir açılışa sahip.


Taştan ve sudan ibaret gezegenin üzerinde gezen kamera, destansı bir filme hazırlıyor sizi. Sonra insansı bir varlığın DNA’sının suya karıştığı sahne geliyor. Eski büyük uygarlıkların tümünde bulunan esrarengiz yıldız haritası ve Yeryüzü’ndeki yaşamın uzaydan geldiğini kanıtlamaya kararlı iki genç bilim adamının (Noomi Rapace ve Logan Marshall-Green) sahneye çıkmasıyla beklenti büyüyor. Ama sonra fikir ve yapı olarak “Alien”e çok benzeyen bir filmin içinde buluyoruz kendimizi. Uzay gemisindeki mürettebatın uyandırılması; tekinsiz gezegende gerçekleşen keşif gezisi; saldırgan varlıkların insanlarla “çiftleşmesi”nden ortaya çıkan yaratıklar ve şirketin ekipten gizlediği hedefler...


Asıl hikaye olarak takdim edilen “yaşamın kökenlerine yolculuk” konusunda daha tatmin edici şeyler görsek, belki bu benzerliği mazur görebiliriz. Ama filmde kötü varlıklara ve yaratıklara karşı verilen mücadelenin ötesinde pek az şey var. “Alien”a göre karakterler arasındaki çatışmalar daha zayıf. Charlize Theron’un oynadığı karakterin film için büyük bir önemi olduğu söylenemez. Boynunda haçıyla dolaşan inançlı bilim kadını Elizabeth de (Noomi Rapace), bir aksiaksiyon karakterinin ötesine geçip, kendi meselesiyle filme ağırlığını koyamıyor. Buna karşılık Michael Fassbender’in canlandırdığı android David, çok daha ilginç bir karakter. “Bizi niye yarattılar?” diye soran bilim adamına “Siz beni niye yarattınız?” diye sorduğu sahne başta olmak üzere, en kritik sözler hep onun ağzından çıkıyor. “Arabistanlı Lawrence”a karşı duyduğu hayranlık ve ona benzemek için gösterdiği çaba, insanlar tarafından aşağılanmasına verdiği serinkanlı tepkiler ve sürekli taşıdığı “öteki” olma bilinciyle David, sinema tarihinin en ilginç robot karakterlerinden biri.


Yönetmen Ridley Scott filmi onun bakış açısından anlatsa, onun ahlaki çelişkilerine daha çok ağırlık verse, “Prometheus” daha iyi bir film olabilirdi. Kuşkusuz, bu haliyle de kötü olduğu söylenemez. “Yaşamın sırları”yla ilgili meseleyi bir yana bırakırsak, özünde gayet sağlam, bilimkurgu usulü bir “perili ev” filmi bu. Gezegen tekinsiz ev; yaratıklar da hayaletlerin yerine geçiyor. Başarılı bir 3D tekniğiyle çekilmiş “Prometheus”, yaratık tasarımları, akıldan çıkmayacak sezaryen ameliyatı, birbirinden etkileyici gerilim sahneleri ve görsel atmosferiyle baştan sona ilgiyle seyrediliyor ama başyapıt benlentisini karşılayamıyor.



Hazırlayan: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.