Cumhuriyet tarihi boyunca azınlıklara çektirilen acılar sinemada birer birer karşılığını bulmayı sürdürüyor. “Dedemin İnsanları”yla mübadele yıllarına, “Salkım Hanım’ın Taneleri”yle Varlık Vergisi’ne, “Güz Sancısı” ile 6-7 Eylül olaylarına bakan Türk sineması şimdi de dönemin hükümetinin 16 Mart 1964 tarihinde aldığı “sürgün” kararıyla yaşanan trajedilere odaklanıyor. Bu 4 filmin bir başka önemli ortak özelliği ise melodram olmaları.


Melodram, toplumsal, politik çalkantıları yansıtmak için kuşkusuz elverişli bir tür. Ama bizim melodram sinemamız, ne yazık ki hâlâ eski kafalı ve dünya ölçeğinde feci demode. Bunun da en önemli nedeni, seyircilerin televizyon ve sinemada “eski usul acıklı öyküler”e gösterdiği büyük ilgi. Dolayısıyla, eski Yeşilçam öyküleri, son yıllarda vazgeçilmez bir esin kaynağı.


‘Sürgün’ aşka engel

Rıdvan Akar’ın eserinden Selin Tunç tarafından sinemaya uyarlanan “Sürgün” de, bir Yeşilçam klişesi olan zengin kız – yoksul erkek aşkıyla seyirci için “güvenli bir liman”a demir atmaya gayret ediyor. Eleni (Saadet Aksoy), Büyükadalı Rum fabrikatör Stavro (Mahir Günşıray) ile Maria’nın (Ruhsar Öcal) biricik kızı. Sedat (Tolgahan Sayışman) ise faytoncu Halil’in (Macit Sonka) oğlu. Üniversiteli âşıkların önündeki ilk engel, iyi bir insan olsa da zengin kibrini elden bırakmayan Stavro. İkinci ve asıl büyük engel ise Yunan pasaportu taşıyanların parasız pulsuz ülkeden kovulmasını şart koşan sürgün kararı...


Türk hükümeti, Kıbrıs’ta yaşanan olayları bahane ederek Stavro’yu sınır dışı ediyor ama buna karşılık cesur bir Türk genci de aşkı uğruna o ve ailesi için hayatını ortaya koyuyor... Film iki halkın kardeşliğini savunsa da, altan alta milliyetçi duyguları okşamayı ihmal etmiyor. Kaldı ki, Stavro daha önce Türk tabiyetine geçmiş olsa, âşıklar için de ortada sorun kalmayacak. Varlık Vergisi’yle başlayan ve servetin büyük oranda el değiştirmesiyle sona eren sürecin azınlıklar üzerinde yarattığı diğer baskılara da filmde pek yer verilmiyor. Zaten asıl amaç, göz yaşartıcı bir aşk filmi çekmek.


Nostaljik, solgun renkler

Öte yandan yönetmen Erol Özlevi’nin “damardan bir melodram” çektiği de söylenemez. Filmine Hayat Dergisi’nin nostaljik, solgun renkleri ve 60’ların rock müziğiyle dinamik bir giriş yapan Özlevi, ilk bölümde komik bir ton tutturuyor. Oyuncular da ellerinden geldiğince inandırıcı kompozisyonlar çiziyorlar ama “Sürgün” masalsı melodram sığlığından pek kurtulamıyor. Sadece eski Yeşilçam filmlerini özleyenlere...






Çocuklar için

Haftanın çocuklara seslenen yegâne yeni filmi “Dinozorlarla Yürümek” (Walking With Dinosaurs 3D), 80 milyon dolarlık bütçesiyle seyirciyi dinozorlar çağına götüren gösterişli bir yapım. Barry Cook ile Neil Nightingale’in yönettiği film, bebekken tanıdığımız dinozor Paçi’nin büyüme öyküsünü anlatıyor. Gergedanı hatırlatan boynuzlu otobur dinozor Paçi, iki büyük göçe yayılan serüvenleri sırasında aşkı, acıyı, yalnızlığı yaşıyor; gerçek bir lider ve kahraman olmayı öğreniyor...


Eğlenceli, öğretici

Film, bilgisayar animasyon tekniğini neredeyse canlı çekim kıvamına getiriyor, 3D tekniğini çok iyi kullanıyor ve 70 milyon yıl öncesini adeta canlandırıyor. Ama bu gerçekçilik nedeniyle hayvanlar klasik animasyonlardaki gibi yüz ifadelerine sahip olamıyorlar. Dudakları oynamıyor, sevinç, acı gibi duyguları yansıtamıyorlar. Böyle olunca konuşmalar da “dış ses” gibi yapıştırma duruyor. Yer yer eğlenceli bir belgesel havasına da bürünen filmin daha çok 12 yaş altına seslendiğini belirtelim.


Yazı: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.