‘Ezel’ adlı televizyon dizisinde canlandırdığı ‘Tefo’ karakteriyle, milyonlarca seyirciyi kalbinden yakalayan genç oyuncu Sarp Akkaya, bu sezon ‘Mavi Kelebekler’ adlı diziyle ekranda! İki sinema filmi ve sabırsızlıkla beklediğim tiyatro oyunu da yolda! Yeni projelerini ve aşkı konuştuk Sarp’la… Konu ayrılığa geldiğinde ikimiz de ilişkilerin çoğunun incir çekirdeğini doldurmayacak sebepler yüzünden bittiğinden şikâyet ettik ve ekledik: “Aldatıldıkları için ayrılanlar aslında çok şanslılar! ‘Beni sevmiyormuş’ der yürür insan. Severken ayrılmak zor olan!”


“Sizi bilmem ama çok az yerli dizi seyreden biri olarak (tercihimi dizilerin yayınladığı saatlerde her dizinin gizli öznesi olan tiyatrocuları er meydanında izlemekten yana kullanıyorum) benim ‘Ezel’i seyretme nedenim Sarp Akkaya ile Barış Falay’ın yer aldığı sahnelerdi. Onlar birçok iyi oyuncunun rol aldığı bu dizinin tuzu biberiydi. Roller kime denk düştüklerine göre ‘yapılanlar’ ve ‘yaşananlar’ diye ikiye ayrılırlar bence. Onların rolleri yaşayan rollerdi. Doğal, içten, kalbe dokunan… İki sezon boyunca hangisi tuz, hangisi biber ayırt edemedim. Canlandırdığı ‘Tefo’ karakterinin ölmesiyle, biber sıfatı Sarp Akkaya’da kaldı. Barış Falay, o bölümden sonra yarama bastığım tuz konumundaydı…”

Gizli cennetinde bir araya geldik


Beni takip edenler hatırlayacaktır; bu satırlar, ağustos ayında HT Magazin’deki ‘Sahne Tozu’ adlı köşemde yer alan ‘Sarp, önceliğini tiyatroya ver lütfeeen!’ başlıklı yazımdan… O yazıyı kaleme aldığımda Sarp Akkaya’yı birebir tanımıyordum. Ama ‘Ezel’deki performansıyla beyazcamı delip geçerek beni ve benim gibi milyonlarca televizyon seyircisini tam kalbinden yakaladığını düşündükçe; “Bu adam, adam gibi bir adam! Göründüğü gibi olan ve olduğu gibi görünen sayılı insanlardan! Gerçek, doğal, sahici… Başarısının sırrı samimiyeti” diyordum kendi kendime.


Bu röportaj için bir araya geldiğimizde, hislerimde hiç yanılmadığımı anladım. Caddebostan’daki Amatör Balıkçılar Derneği’nde buluştu Sarp benimle. Çocukluğundan beri gittiği, denize sıfır, gizli bir cennette… “Burası senin kurtarılmış bölgen mi?” dedim, “Evet, kafa dağıttığım yegâne yer burası. Babam, kardeşim Kaya ve ben ayda bir gün mutlaka burada erkek erkeğe yemek yeriz. Burası benim cennetim. Buraya daha önce görmemiş birini getirdiğimde, kendimi birini hayata kazandırmış gibi hissediyorum. Ben denizi göremediğim yerde mutlu olamıyorum. Buraya gelip denize baktığımda kendime geliyorum, rahatlıyorum” diye yanıtladı beni. O günün Sarp tarafından hayata kazandırılmış şanlısı olarak; hepinize tavsiye ediyorum Amatör Balıkçılar Derneği’ne gitmeyi… Sarp’ın sayesinde yazın son demlerinde iskelede oturup denizi seyrettim, sandala bindim ve maalesef uzun bir süre ortalarda görünmeyecek olan güneşi bol bol içime çektim. Tadından yenmeyen sohbet de cabası… Buyurun bakalım sohbetimize; bizden konuşması, sizden okuyarak bize katılması…

Beni yakışıklı kılan samimiyetim!

Gerçi bu sezon yepyeni projelerle karşımızda olacaksın ama ben ‘Tefo’ya selam çakarak girmek istiyorum söze… Ne sahici, ne güzel bir karakterdi o ya… Biri Ekşi Sözlük’e, “Tefo bana seneler sonra ağlamayı hatırlattı” yazmış. Ne kadar derine dokunmuşsun, tebrikler! Neydi başarının sırrı?

Çok teşekkür ederim. Sana da, o yorumu yazan arkadaşa da. ‘Ezel’ benim hayatım boyunca unutamayacağım bir iş oldu. Bana çok şey öğretti. ‘Tefo’nun bu kadar sevilmesinin altında ise tamamen samimiyet var. Oyunculukta birçok teknik kullanılır. Benim için bütün bu tekniklerin hepsinin varmaya çalıştığı yer samimi olmak! Benim tek derdim samimiyet! Mesela hiçbir zaman çok yakışıklı görünmeye çalışmadım çünkü başka bir şey gibi görünmeye çalışmak dünyanın en boş şeyi olurdu.

Bir dakika ya; kendine haksızlık etme! Gayet de yakışıklısın bence. Sen yakışıklı bulmuyor musun kendini? (Kahkahalar)

Ben işini doğru yapan herkesin çok güzel ya da çok yakışıklı olduğunu düşünüyorum. Samimiyetimle, gerçekliğimle onları etkilediğim için insanlara yakışıklı geliyorum.

Samimisin evet… Aylar önce Zafer Akbaş’a verdiğin röportajı okumuştum. “Birini çok sevdim, unutmadım, unutmayacağım. Güzel bir anı olarak hayatımda olacak” diyordun. O gün, “Vay be, adam sadece işte değil, aşkta da sahici” demiştim içimden…

Öyleyim! İlişkilerimi samimi ve derin yaşamaya çalışıyorum. Kıymetli olan böylesi! Ama tabii ki derinlik karşıma çıkan insana göre değişiyor. Herkesin başka bir dünyası var ve doğal olarak hepimiz ilişkilerimizi farklı boyutlarda yaşıyoruz. Sevgilisinden ayrıldıktan sonra kendini içkiye vuranlar da var, iki gün sonra başkasını bulanlar da…

Hep söylüyorum; iki gün sonra birini buluyorsan, yaşadığın aşk değildir bence, öylesine iliştiğin bir ilişkidir…

Ben bunu yapanlara da saygı duyuyorum. Bir tür savunma mekanizması bu! Hayatta bir şeyi bırakacaksan, başka bir şeye tutunmadan bırakamıyorsun. Bu hep böyle! Eğer biten ilişki sana çok acı verdiyse, bazen başka bir ilişkiden daha iyi bir ilaç olmayabiliyor. Yalnız kalmak ya da başka şeylerle kafa dağıtmak yeterli olmayabiliyor. Ama bu bir yerine koyma şeklinde olmamalı! Gerçekten sevdiysen olamaz da zaten!

Aşk, hislerin kelimelerle israfı değildir!

Çevremdeki severek ayrılan çiftlere bakıyorum da; neredeyse tamamı incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerin birikimi sonucunda ayrılma noktasına gelmiş. Gereksiz kıskançlıklar, gereksiz kaprisler… İtiraf edeyim; bazen aldatılıp da ayrılanlara özeniyorum ben. En azından esaslı bir ayrılık nedeni oluyor ellerinde…

Haklısın. Bence de aldatıldıkları için ayrılanlar çok şanslılar. Öyle bir durumda, “Beni sevmiyormuş” dersin, zor da olsa yürür gidersin. Babam hep, “Karınla yaşadığın problemleri sürekli halının altına süpürürsen, bir bakarsın günün birinde çay bardağını tutma şekli bile sana batmaya başlar. Bundan bile kavga çıkar” der. İlişkiyi yaşayan taraflar hiçbir şeyi biriktirmemeli ve birbirlerini oldukları gibi kabul etmeli. Yoksa çok seviyor olsan da ayrılmayı tercih edebiliyorsun. İlişkiye başlarken hayatına birini kabul ediyorsun ve onunla yaşamaya başlıyorsun. Eğer, ilişkinin içinde “Hayır, ben bu değilim” noktasına gelirsen, ne kadar seversen sev yürümüyor. Mesela çok yakın bir arkadaşımın kız arkadaşı tutturmuş durumda. “Sigarayı bırakması lazım. Ben hiç içmesin demiyorum. Haftada üç taneye indirsin, izin veriyorum” deyip duruyor. Sigara kötü bir şey! Ben de dâhil herkes bırakmalı! Yanlış anlaşılmasın; aklıma gelen ilk örnek olduğu için sigaranın üzerinden gidiyorum. Ben bu kıza, “Allah razı olsun, çok güzel söylüyorsun da; sen kimsin? Nasıl böyle bir hak görebiliyorsun kendinde? İzin vermek ne demek?” dedim. Ben böyle bir ilişki görmedim ve asla böyle bir ilişki yaşamayacağım. Yaşayana saygım sonsuz ama ben yapamam! Karşındakini değiştirmeye çalışacağına, onu olduğu gibi kabullenip, güzel yönlerine odaklanmalı bence insan! Böyle konuşuyorum ama ben de tam beceremiyorum bunu! Sonuçta vardığımız nokta şu; hepimiz kafamızda birini canlandırıp ona âşık oluyoruz. Karşımızdaki kafamızdakiyle örtüşmeyince de sorunlar başlıyor. O yüzden aşkın tam bir tarifi yok bende!

Benim için bütün dünyayı bir gülümsemeye sığdırmaktır aşk!

Ne güzelmiş, cidden çok güzelmiş. (Kahkahalar) Senin adına çok sevindim. Ne güzel bekletin aşktan! İnan ben aşkın tarifini bilmiyorum. Ama ‘Huzur’ adlı oyunda “Aşk hislerin kelimelerle israfı değildir” diye bir söz vardı. Bu sözden hareketle aşkın ne olduğunu bilmesem de, ne olmadığını biliyorum. Benim için bu söz, aşkla ilgili bütün eserlere bir göndermedir. Aşk hakkında yazılır, çizilir, konuşulur, aşk için ağlanır, gülünür… Bütün bunlar olup biterken değişmeyen tek şey aşkın kendisidir. Aşk zaten hep oradadır, onu değiştiremezsin!




Aşk dendiğinde kendi hayatından aklına gelen ilk kare nedir desem…

14 yaşındayken bir kıza âşık olmuştum. Ölüp bitiyordum kız için. Sonra o gitti. Bunu öğrendiğim gün evde saatlerce ağladım. Annem yanıma geldi, “Bir derdin mi var” dedi. Ben de hüngür hüngür ağlayarak ona durumu anlattım. Hiç unutmuyorum annem kahkahalarla gülüyordu karşımda. Sinirlerim bozuldu, “Sen nasıl bir annesin? Evladın bu haldeyken nasıl gülebiliyorsun?” dedim. “Oğlum, parmağının ucuna iğne batsa, canın yandı diye oturur seninle birlikte ağlarım. Ama dünyanın en güzel şeyini yaşıyorsun. Kendini bırak bu ana” diye yanıtladı beni. Hayatımın en unutulmaz karelerinden biridir bu! Yaşım ilerledikçe ayrılığı kabullenmeyi öğrendim ve anneme hak verdim. Ne olursa olsun hayat devam ediyor, aşk acısı yüzünden dibe de vursan yaşıyorsun.

Yakında yeniden tiyatro sahnesinde!

Az önce, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanında tiyatroya uyarlanan ‘Huzur’ adlı oyundan bir replikle tarif ettin aşkı… Ne zaman senin oyunundan replikleri de konuşacağız böyle? Boş yere, “Lütfen ağırlığını tiyatroya ver” diye seslenmedim sana herhalde... (Kahkahalar)

Yok, yok, az kaldı merak etme. ‘Kaos’ adında kadın-erkek ilişkilerini ele alan bir oyunla, aralık ayında tiyatro sahnesinde olmayı planlıyorum. Gelip izleyeceksin, üzerine konuşacağız; söz!

Sabırsızlanıyorum seni tiyatro sahnesinde görmek için…

Aslında ben hep tiyatro yapıyorum; biliyorsun. Ama ‘Ezel’e kadar ismim duyulmadığı için insanlar farkımda değildi. Ben çok iyi bir örneğim bu konuda. İnsanlar bilsin ki; şu anda adlarını bile bilmedikleri ama bir gün mutlaka tanıyacakları çok sayıda tiyatro yapan adam ve kadın var bu ülkede! Tiyatroya gitsinler ve o adamları, kadınları televizyonda görmeden bence canlı performanslarıyla izlesinler bence! Tiyatro er meydanı, dünyanın en eğlenceli alanı…

Yeri gelmişken; ablan Esra Akkaya ve ikizin Kaya Akkaya ile birlikte kurduğunuz Akkademi adlı oyunculuk okulunda workshop’lar vermeyi de sürdürüyorsun öyle değil mi?

Evet, ayda bir kez workshop’lar vereceğim. Geçtiğimiz yıl dersler çok keyifli geçti, umarım bu yılda öyle olur. Akkademi’de hem bir şeyler öğretmeye çalışıyorum hem de öğretirken kendim de öğreniyorum. Yeniden konservatuarda gibi hissediyorum kendimi.

İki sinema filmi, bir dizi…

İki de sinema filmi var yolda…

Evet. Biri Ali Vatansever’in ilk uzun metrajlı filmi olan ‘El Yazısı’. İlaç firmasında çalışan bir memuru canlandırdığım bu filmin senaryosunu çok sevdim. Ömrüm boyunca, “İyi ki oynadım” diyeceğim bir film oldu. Rol aldığım diğer film ise aksiyon tarzındaki ‘Labirent’. Özel teşkilatta çalışan bir memuru canlandırıyorum filmde. Yönetmen Tolga Örnek bir okuldu benim için! Çok iyi iki film tecrübesi yaşadım anlayacağın…

Tabii bir de TRT 1’de yayınlanan ‘Mavi Kelebekler’ adlı dizi var…

Evet. Dizi, Bosna’daki savaşı bir çocuğun gözünden anlatıyor. Bu dizi bana annem ve babamın sık sık yapmamı öğütlediği bir şeyi; şükretmeyi hatırlattı. Rolümle empati kurmaya çalıştığımda, savaşa ve savaş ortamında yaşanan drama ne kadar uzak olduğumu görüyorum. Bu uzaklık rolümle yakınlaşmamı da sağlıyor aslında. Şükretmek gerçekten çok önemli! Sadece nefes aldığımız için bile şükretmemiz gerekiyor. Bir de paylaşmak çok kıymetli! Bunu geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden dostum Onur Bayraktar’dan öğrendim ben’ Çok güzel bir adamdı Onur! Hayatımı paylaştı, hayatını paylaşmama izin verdi. Ne zaman bir dilenci çocukla karşılaşsak, “Cebinde varsa çıkar birkaç lira var. Bu paylaşımın karşı tarafta yarattığı mutluluk, Bir gün, bir şekilde sana döner” derdi. (Buruk bir tebessümle uzaklara dalıyor)

Ne güzel; hatırası her zaman dostlarının ve tiyatronun kalbinde yaşayacak olan Onur’u da özlemle anmış olduk… Paylaştığınız anlara bir yenisi daha eklenmiş oldu… Şad olsun ruhu…

Fotoğraflar: Ozan Kös

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.