Geçtiğimiz günlerde, üzerinde seramikten yapılmış bir kaftanın fotoğrafının bulunduğu bir sergi davetiyesi geçti elime. Kaftanları oldum olası çok seven biri olarak davetiyeyi uzun süre inceledim.


Üzerindeki, “En güzel laleler çizildi, en güzel bulutlar boyandı. Bize kalansa o güzelliği bu çağa uyarlamak ve modern dünyaya sunmaktır. Ben Osmanlı çini sanatının başına dönerek ve seramikte kullanılan iki farklı tekniği birleştirerek ‘mavi-beyaz dönemi’ günümüze uyarlamayı seçtim. Kaftanlarımda bu tarihsel süreci izleyiciyle paylaşıyorum” şeklindeki notu okur okumaz, serginin sahibi Kaan Baltacı’yla bir araya gelmeye karar verdim.


1985 İzmir doğumlu Baltacı, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Türk Sanatları Bölümü mezunu. “İzmir’i çok seviyorum ama sanat adına bir şeyler yapmak istiyorsan İstanbul’da olmalısın” diyen Baltacı, mezun olur olmaz soluğu İstanbul’da almış.


26 Nisan Perşembe akşamı, 19.00–21.00 saatleri arasında, W Hotel’de ‘Kabal’ın Kaftanları’ adını verdiği ikinci kişisel sergisini gerçekleştirecek olan Baltacı’yla bu serginin ortaya çıkış sürecini konuştuk…



Kanuni’den ve Fatih’ten izler…



Öncelikle neden kaftan diye sormak istiyorum…

Ben üniversitedeki üçüncü yılımdan itibaren çok sayıda seramik kaftan üretmeye başladım. Bu formu seviyorum çünkü üzerinde çok rahat oynama yapabiliyor ve farklı kültürleri bu formda birleştirebiliyorum. Kaftan benim çok sevdiğim bir sembol. Üniversiteden mezun olurken bitirme tezim mavi-beyaz kültür yani Osmanlı çini sanatının ilk dönemi üzerineydi. Ben Osmanlı çini sanatının 16’ncı yüzyıla kadar olan yani mavi-beyaz seramiklerden oluşan bölümünü seviyorum. Mavi aşığıyım, bana huzuru hatırlatıyor. Mavi-beyaz dönem huzuru ve masumluğu yansıtıyor. Bunlar günümüz dünyasında kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Ben sanatımla huzuru ve masumluğu yaşatmaya çalışıyorum.



Mavi-beyaz kültür döneminde yaşamak ister miydiniz?

Çok isterdim hem de! Saray’ın nakkaşhane bölümünde olurdum yüksek ihtimalle. Bütün desenler oradan çıkıyor ve uyarlanıyor. Mesela Kanuni Sultan Süleyman tuğrasına özel bir desen istiyor. Helezoni tuğrakeş üslubu yaratılıyor ve ilk kez bu tuğraya işleniyor. Sonrasında da çinilerde ve kâğıt süsleme sanatında kullanılıyor. Buna da ‘Haliç İşi’ adı veriliyor. Benim sergimdeki her kaftanımın farklı bir hikâyesi var, biri Kanuni’nin bu hikâyesi. Fatih Sultan Mehmet’ten esinlenerek yaptığım bir kaftan da var. Fatih döneminde savaşa giderken kaftanların içine bir gömlekten kaftanlar giyerlermiş. Bunlara nazar duaları ve koruyucu dualar işlenirmiş. Ben de üzerinde tılsımlı yazıların ve Fatih’i simgeleyen gemilerin bulunduğu bir kaftan tasarladım sergi için.


‘İlham perisi insanın özüdür’

Tasarladığınız her kaftan size ilham kaynağı olan dönemde bir yolculuğa çıkma fırsatını sunuyor olmalı…

Tabii. Ben zaten hep o hayal dünyasının içindeyim. Bu dünyayla hayal dünyam arasında sürekli gidip geliyorum.


Serginizin davetiyesinde “En güzel laleler çizildi, en güzel bulutlar boyandı. Bize kalansa o güzelliği bu çağa uyarlamak ve modern dünyaya sunmaktır” demişsiniz. Maalesef kendi değerlerimize sahip çıkma konusunda pek iyi değiliz. Siz genç ve yeni mezun bir sanatçı olarak, özellikle mi kendi köklerimizden beslenmek ve geçmişimizi genç jenerasyonlarla buluşturmak istediniz?

Evet çünkü bu durum beni çok üzüyor. Benim ilk işyerim Topkapı Sarayı. Bağdat Köşkü’nün restorasyonuyla ilgilenen ekipteydim ve sürekli saraydaydım. O yaz benim için hem İzmir’i bırakıp İstanbul’a geldiğim için hüzünlü hem de aşık olduğum işimi profesyonel olarak yapmaya başladığım için coşkulu bir yazdı. Dediğiniz gibi ben kendi köklerimden besleniyorum. Bence ilham perisi insanın kendi özüdür, kendi genleridir. Ben Türk kültürünü devam ettirmek istiyorum, 1000 yıl önceki desenleri kullanıyorum. Anadolu topraklarının çocuğu olarak, kendi topraklarımdan faydalanıyorum.


Sergideki koleksiyonunuz kaç parçadan oluşuyor?

7 parça var, 8’incisi sürpriz olacak. Özellikle az ve öz olmasını istedim. Seri üretimmiş gibi durmasını istemiyorum. İlk kişisel sergimden sonra bu sergim için bazı kaftanları büyüttüm, bazılarının yorumları, fırça hareketleri değişti. Kaftanlarımda hem sır altı ve hem de isli pişirim tekniklerini kullandım. Devamı da gelecek.



Süper kahramanlar hayallerinin peşinden pelerinleriyle ya da kanatlarıyla uçar ya… Siz de kaftanlarınızla uçuyorsunuz anladığım kadarıyla…

Benim uçmamı sağlayan başlıca unsur işime çok aşık olmam. Topkapı Sarayı’nda restorasyon yaparken çok sıkıntılı dönemler geçirdim çünkü bu işi yapan her 10 kişiden 7’si eksik yapıyor. Eğitimli ve alaylı sorunu var. Aynı şantiye içinde eğitimliler ve alaylılar bir arada. Alaylılara da büyük saygım var ama patronların dengeyi koruması gerekiyor. Ben elime fırçamı alıp en güzel laleleri çizmeye hazırlanırken, “Bu lalenin orada ne işi var?” gibi tepkilerle karşılaştım. Sektördeki bu hatalar yüzünden restorasyonu bırakma kararı aldım. Yanlış insanlar yanlış yerlerde çalışıyor, yapılan işin maddi-manevi karşılığı alınamıyor. Bu yüzden de insan kendi işinden soğuyor. Gençler büyük sanatçıların yanına asistan olarak girdiklerinde de benzer sorunlar yaşıyor. Bunları hem kendimden hem de çevremden biliyorum. Bütün bu zorluklara rağmen hiç yılmadım. Dediğiniz gibi; kaftanlarım benim pelerinim oldu belki de! Bazen üzerime giyip sokağa çıkmak istediğim oluyor tasarımlarımı.


Ruhumu fırçaya döküyorum’

Belki bir gün tekstil sektörü için de kaftan tasarlarsınız, belli mi olur?

Belki 3’üncü sergimde olabilir. Hadi size açıklayayım; 26 Nisan’daki serginin sürprizi buydu! Devamını da getirmek istiyorum açıkçası. Yarattığım desenleri kumaşa basıp değerlendirebilirim. Tişört, elbise, pantolon ya da eteklerin üzerine basabilirim bunları. Ama biraz daha zamanı var. Maalesef bu ülkede herkes çok kolay sanatçı, tasarımcı, fotoğrafçı oluyor. Bu işin hobi kısmıyla profesyonelliğe doğru giden kısmı karıştırılmasın! Ben her gün yeni bir şey öğrenirken; birinin çıkıp bu işte ne kadar uzman olduğunu anlatması bana çok komik geliyor. Ben ruhumu fırçaya döküyorum. Sanki kalbim parmaklarımda atıyor seramik yaparken. Çamur yoğururken tüm dertlerimden arınıyorum. Gece yatarken yanımda küçük kâğıtlar olur, ilham gelince yazarım. Şarkı sözleri de yazıyorum arada.



Piyasadaki kirliliğe mavi-beyaz şarkı sözleri armağan edersiniz belki de…

Kim bilir? Değerlendirmeyi düşünüyorum ama bakalım. Öncelikli hayalim asıl işimi büyütüp dünyanın her yerinde sergiler açmak, bir marka olabilmek, insanların bir tasarım gördüklerinde “Bunu Kaan yapmıştır” dediklerini daha çok duyabilmek. Bazı semboller insanlara beni hatırlatıyor ve bu beni çok mutlu ediyor. Mesela Selçuklu ve Osmanlı döneminde gücün sembolü olarak kabul edilen Çintemani. Bu, özellikle kaftanlarda ve çinilerde çok sık kullanılan bir sembol. Benim kolumda dövmesi var. Üniversitede hocalar çintemani gördüklerinde, “Bunu Kaan yapmıştır” derlerdi. Üzerime yapıştı ama bundan hiç rahatsız değilim. Geleneksel Türk sanatı ve lale gibi, çintemani gibi figürler benim için kendimi bildim bileli çok kıymetli. Yeni nesil bunları modernize etmeli, devam ettirmeli. Yabancılar bizim özümüze ait figürleri kendi tasarımlarında kullanırken, biz kendi geleneksel sanatımıza ikinci sınıf muamelesi yapmamalıyız.





Röportaj: Ece SARUHAN

Fotoğraf: Ayhan YILDIZ


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.