Aslında sizden roman bekliyorduk. Yıllar önce söylemiştiniz, “Bir roman yazıyorum” diye. Hikâyeler nasıl öncelik kazandı?


Kafamda yıllardır dolanan bir roman tasarısı var. Ama yapı -structure- olarak var. Ancak konuyu o yapıya yedirecek -ya da tersi!- esin henüz gelmedi. Beklerken, elimi hikâyeye alıştırayımdedim. Nitekim bu kitabı okuyan güvendiğimbir dostum şöyle dedi: “En azından iki hikâyede romanmalzemesi var, ziyan etmişsin!” Öylemi gerçekten, bilmiyorum. Ama genelde hikâyeyi küçümsemek için bir neden yok. O da hiç kolay olmayan saygın bir yazın türü.





Hikâyelerin ortak teması aşk. Tuhaf aşklar var. Ama hepsinde de derin tutkular göze çarpıyor. İlk kurmaca ürününüzde aşka başrol vermenizin nedeni?


Belirli bir nedeni yok. Galiba gözlemler birikimim, bana en azından üç-dört tutku ve saplantılı aşk hikâyesi ilhametti. Gerisini de ben getirdim. Zaten çılgın, obsesif aşk temasını filmlerde de severim. Aşk ve tutku, her şeye karşın hayatlarımızın en güzel esrarlarından ve en yaşanası keyiflerinden biri değilmidir? Çoğu zaman sonu büyük acılar, hatta felaketlerle gelse bile... Galiba ilk hikâyeler toplamımda bir tema bütünlüğü olması bana çekici geldi. Ama sonuç olarak aşkın keyfinden çok dramatik, hatta ölümcül yanlarını ele alan kötümser bir yaklaşımderseniz... Siz de haklısınız!...





En çok hangi yazarları seversiniz?


Öykücü olarak etkilendiğiniz ya da kendinizi yakın hissettiğiniz yazarlar var mı? Sadece hikâyecileri ele alırsak, herkes gibi Sait Faik, Çehov veya O’Henry beni gençliğimde besleyen yazarlar oldu. Bir dönemde Katherine Mansfield’i, elbette Selim İleri ve bir döneminde Murathan Mungan’ı da çok sevdim. Yakın yıllarda Paul Auster’i hep ilgiyle okudum. Daha yeni kuşak Türk hikâyecilerine ise yeterince uzanamadım. Ama çok iyileri var, biliyorum.





Hikâyelerin sinemaya uyarlanmasını ister misiniz? Mesela hangi hikâye? Gönlünüzden hangi yönetmenler ve hangi oyuncular geçer?


Oyuncuları bilmem. Gerçi çok yetenekli bir yeni kuşak geliyor. Ama o sonraki iş. Ben kendimce “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Çifti” güzel bir Yeşilçamtraji-komedisi, “Bir Kurtuluş Hikâyesi” ise ölümcül bir tutku filmi olabilir diyorum. “Müze Memuru Mithat’la Şişman Ayten’i” ise hoş bir kısa filmolarak tahayyül ediyorum.





‘Hikâyelerimin hepsi gözlemden çıktı, ben biraz hayal gücü kattım’


Hikâyeleri okurken sanki hep sizin sesinizi duyuyoruz. Hikâye anlatmayı sever misiniz? Sürdürecek misiniz?


Aslında hep benim sesimi duymamanızı dilerdim. Bu belki de yeterince başaramadığımı gösteriyor. İyi yazar, hikâyesinin ve kişilerinin ardında kaybolup gitmeli. Belki henüz o düzeye ulaşamamış olabilirim. Ama devam etmeyi istiyorum ve umuyorum. Bir kez başlandı mı, kolay kurtulunmaz, bu tür keyifli ve sorumluluk getiren uğraşlardan...





Hayal gücü de, gözlem de var diyorsunuz. Bu hikâyelerde hangisi daha çok ağır basıyor. Yüzde versek, kaçta kaçı hayal, kaçta kaçı gerçektir?

Tüm yazılarımız bu ikisinin karışımı değil mi? Bir film eleştirisinde bile -elbette ciddiye alınacak, asgari bir deneme niteliği taşıyan bir eleştiriden söz ediyorum- yaşadıklarımız, hayat ve sanat üzerine deneylerimiz bize yol göstermiyor mu? Hikâyelerimin hemen hepsi gözlemlerden yola çıktı. Ama geniş bir hayal gücünü de kattım ve sonsal lezzeti ve kıvamı o verdi. Belki sonuncusu dışında, “Ünlü Okulun Gayri Resmi Tarihinden”. Benim lise çağımda gerçekten tanık olduğum bir olay oldu. Genç bir öğrencinin geleceğini, belki yaşamını karartan tuhaf bir tutku, bir insan dramı. Onda hayal gücümden çok belleğimi çalıştırdım. Ama sanırım iyi oldu: Minik de olsa, bir trajedi hiç olmazsa kayda geçmiş oldu.




Hazırlayan: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.