Önyargının yıkıldığı an

27 yaşındaki Onur Tuna, Mahsun Kırmızıgül’ün hem yönettiği hem de senaryosunu yazdığı Hayat Devam Ediyor’da Siraç rolüyle genç kızların kalbini fethediyor ve Kıvanç Tatlıtuğ’un tahtına aday gösteriliyor. Çanakkale doğumlu… Dokuz Eylül Üniversitesi’nde okuyor. Bir dönem modellik yapmış; profesyonel olarak basketbol ve voleybol oynamış, müzikle ilgileniyor. Hakkında edindiğim ön bilgiler bunlardı… Ancak temkinliydim; modeller, sporcular ve yeni oyuncular hakkında ciddi önyargılarım vardı. On yıldır pek çok oyuncunun ilk röportajını yapmış ve büyük bir çoğunluğunun verdikleri içi boş cevapları onlar adına utanarak temize çekmek zorunda kalmıştım. Ne yalan söyleyeyim, mantıklı cümleler kurabilecek biriyle karşılaşacağıma dair pek de umudum yoktu. Röportaj gününün sabahında çekim mekânına bizden yarım saat önce giden Onur’la el sıkışıp sohbete başladıktan sonra derin bir nefes alıp korkularımdan bir nebze de olsa sıyrıldım. Yarım saat geçmeden, on yıllık dost gibi muhabbete koyulduğumuzda da bazılarına pek de benzemediğini anladım. Daha ilk soruda Onur, bütün önyargımı sezmiş gibi beni şaşırtan cümlelerini arka arkaya sıraladı. Şaşırdım ama pes etmedim… Ben onu sıkıştırdıkça direndi, sonunda da beni tuş etmeyi başardı! Röportajın sonunda Onur’a hakkını teslim ettim ve tüm dürüstlüğümle önyargılarımı anlatarak özür diledim… Toy bir şöhret adayı olduğunu düşünmek daha çok işime gelmişti. Haksızdım ama pek de suçlu sayılmazdım; o güne kadar genellikle kötü örneklerle karşılaşmıştım…


Bu ilk röportajın… O halde en klişe soruyla başlayalım! Kimsin, nerelisin, neden herkes senden söz ediyor?

1985 Çanakkale doğumluyum. Liseyi Bursa’da Akyiğit Lisesi’nde okudum. Üniversitede Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Bölümü’nü kazanıp İzmir’e taşındım. Uzun yıllar okul takımları ve Robert Bosch’ta basketbol oynadım. On yıldır da gitar çalıyorum, vokal yapıyorum. Kendime ait 70’ten fazla şarkım var. İzmir’de Neşe Erberk’te dört yıl modellik yaptım. Ailenin yaramaz çocuğuydum. Sistem aykırısıydım. Arka sıradaki çocuktum. Okula konsantre olamazdım.


Yine de zeki bir öğrenciymişsin…

Aptal değildim. Derslerim iyiydi. Yaramazdım ama serserilik boyutunda değildi. Verilmek isteneni alır, ihtiyacım olanı yorumlar, karşımdakine sırf öğretmen diye her şeyin doğrusunu biliyor muamelesi yapmazdım. Babam bana hep; ‘Akılla büyü, nakille büyüme’ derdi. Ekonomik kaygılar ve yetersizlik yüzünden, müfredat bir hayat yaşıyoruz. Ortaokul, lise, sınavlar, üniversite; üniversitenin son iki yılında kendine göre bir kız bul, askere gitmeden bir yüzük tak, maddi birikim yap ve evlen… Bu nakille büyümektir. Akılla büyümekse istediğin insan olmaktır. Elindeki yetenekleri değerlendirecek zamana sahip olmaktır. İnsanların istediği kadar öğreniyoruz; verebildikleri kadar alıyoruz. Yorumlamamızı istemiyorlar çünkü yorumlayınca işler değişiyor.



Erken evliliğe ve dayatılmış hayat standartlarına karşısın, öyle mi?

Bazı adamlar 22 yaşında üniversiteyi bitirir, bir kadınla evlenirler. O kadın, hayatlarında çok büyük yaralar açabilir. Çünkü elle tutulamayan konularda kendini geliştirmemiştir.


Kadınların erkekleri belli bir hayata mecbur edip, sonra da entelektüel açıdan gelişmelerini beklemeleri doğru değil tabii…

Kadın ve erkek birbirini karşılıklı o noktaya getiriyor bence ama sosyal ve antropolojik açıdan bakınca, kadını ve erkeği aptal ya da zeki kılan, o vasfı yükleyen bizleriz. Kadın ve erkeğin toplumdaki yeri; tamamen yaradılışından, hayatta kalma savaşından geliyor.


Çok mantıklı ve politik konuşuyorsun. Peki, kadın erkek ilişkilerinde de politik misin?

Sosyal hayatta barınmanın bazı kuralları “Hayvani içgüdülerin içinde önce seks geliyor, benim içinse konuşmak.” var. İnsanlar bu kuralları yetişkinlik olarak adlandırıyor. Bana sorarsan yetişkinlik; dünyada dönen bütün çarkları izleyip sindirdikten sonra, bunun içinde kendine bir yer edinip rengini göstermeden kendini koruma sanatı. Sen buna politiklik diyorsan, evet politik biriyim. Politik olmak zorundayım. Her konuda...



İlişkiler konusunda nasıl politik olabilirsin? Tepkilerini mi frenliyorsun, karşındakini idare mi ediyorsun?

Tepkilerimi elbette frenliyorum. İdare etmeye gelince… Karşımdaki kadına düşüncelerimi açıkça ifade ederim, sonra da cevabını beklerim. Tek bilmek istediğim ne düşündüğüdür; kesinlikle benimle aynı şeyi düşünmek zorunda değil. Düşüncelerini yorumlarım ve kabul ediyorsam da ederim.


Karşındaki kadını çok iyi tanımak istiyorsun yani…

Ben orada olmasam da sevgilimin hangi konuda hangi cümleyi kurduğunu tahmin edebilmek isterim. Aynı fikirde olmasak da, ne düşündüğünü bilmek benim için çok önemli. Kadın erkek ilişkileri bir tür sanat bence.


Diyelim ki bir şekilde âşık oldun ve kadının çok da saygı değer biri olmadığını anladın. Ne yaparsın?

Hayat ilişkilerden, ilişkiler tekerrürlerden ibaret. Denerim; umduğumu bulamıyorsam o zaman politik olmanın anlamı yok. O kadınla yan yana durmam. Çeker giderim.


Dizide über maço bir erkeği canlandırıyorsun. Anlattıklarına bakacak olursak, Siraç senin karakterine çok ters.

Siraç düzgün bir adam; yardımsever, duygusal, dürüst… Sert yapısının altında ne yapacağını, karşısındaki kadınla nasıl konuşacağını bilemeyen sevimli biri. Ailesine çok değer veriyor. Gücünün yettiğince çevresindeki herkesi sahiplenmeye çalışıyor. Bu özelliklerini çok seviyorum. Doğulu bir karakter olması ya da şivesinin benimle aynı olmaması onunla benzer yönlerimiz olmadığını göstermez. Benzer yönlerimiz var. Zaten benim Siraç yorumum o. Ben de kıskanç biriyim ve bunu törpülemek için uğraşıyorum. Yine de sevgilimin giydiklerine karışmam. Babam da böyle biri değildir.


Yeri gelmişken, annen ve baban nasıl insanlar? Ne iş yapıyorlar, nasıl bir ilişkileri var? Annem ve babam çok sağlıklı, rahat yaşayan, birbirlerine karışmayan insanlar. Herkes istediğini dile getirebiliyor. Hatta annemin yüksek bir hegemonyası vardır evin içinde. Babam; matematik öğretmeni. Ağabeyim de matematik öğretmeni. Babam hayattaki felsefesinin matematiksel ispatlarını yapmış, naif bir adam. Çalışma odasındadır, olabildiğince çay içer. Annem son derece enerjik bir kadın, evin neşesidir. Babamla lisede folklor oynarken tanışmışlar. 38 yıldır evliler ve hâlâ birbirlerine âşıklar. Babam için dünyanın en güzel kadını annem. İnanılmaz bir çift; herkes gibi ben de ilişkilerini hayretle izliyorum.



Mutlu bir ailede büyüdün o halde…

Mutlu bir ailede güzel bir çocukluk geçirdim, evet. Babam hep derdi ki; ‘İstediğin adam ol, çöpçü ol ama donanımlı ol, birikimli ol, insanları irdele. Başın göğsüme aklın ileriye baksın.’ Annem beni takım elbiseyle masa başında görmek istemediğini söylüyordu. İlk gitarımı ağabeyim aldı. Babam bestelerimi karşıma geçip dinledi.


Mutlu bir ailede yetişen erkeklerin kadınları da mutlu ettiklerini ama ilişkilerinde üzülen taraf olduklarını düşünüyorum.

Doğru! İlişkilerimde daha çok üzülen taraf oldum hep. Sevdiğim insanları o kadar çok düşünüyorum ki, bir yerden sonra karşımdakine hissettirmiyorum ama kendi açımdan bunaltıcı bir hal alıyor. Herkesi mutlu etmeye çalışırken mutsuz oluyorum yani…


O zaman aldatılan ya da terk edilen taraf da sen oluyorsundur!

Aldatılıyorsam bilmiyorum. Terk edildiğim oldu ama daha çok terk ediyorum galiba.


Neden terk edersin bir kadını? Bam teline ne basar da ilişkiyi bitiren taraf olmayı seçersin?

İlk karşılaşmada insanın hoşuna gidenler sonradan değişebiliyor. Tolere sınırı ilk etapta hep daha fazladır. Çıta giderek yükselir ve tahammül azalır. Bazı şeyleri ne kadar konuşsam da biriktiriyor beynim, unutmuyor. Ben karşımdaki insanı düşünüp mutluluğumuz için kafa yoruyorsam, onun da aynı performansı sergileyecek kapasiteye sahip olması gerekir. Yöntemleri farklı olabilir ama bu çok içsel bir çabadır ve gayet rahat görürsün. Çok konuşan ve yaşam alanıma tecavüz eden kadınlara da tahammül edemiyorum. Örneğin sabahları uyandığımda sessiz bir şekilde yirmi dakika duvara bakma seansım var. O anda bir şey konuşulsun istemem, uyandığımda bana sarılmasından hoşlanmam. İnsanın yaşayacağı güne konsantre olması gerekir; ben bunu bu şekilde sağlıyorum. Bu tür şeylere saygı duyulmaması, ilişkimin sonunu hazırlayabiliyor. Birikenler de vücut formuma, bakışlarıma, hayat enerjime ve bir sonraki buluşmama yansıyor. Yani bu bir süreç; bittiğini ikimiz de görüyoruz. Dolayısıyla hiç kimseyi beklemediği bir anda terk etmedim. Zaten biten ilişkilerim için de çok acı çekiyorum.


Bir diş fırçası, bir bornoz derken birlikte olduğu erkeğin evine yerleşen kadınlar var… Böyle bir durumla karşılaşınca nasıl tepki veriyorsun?

Ağzımı açmam, hiçbir şey söylemem, gidişatı izlerim. Karşımdaki insan, o durumdan mutluluğunu bana olabildiğince hissettirir çünkü. Bu davranışların yersiz ve zamansız olduğunu düşünüyorsam, orada ilişkinin sonunun gelmekte olduğunu anlıyorum. Karşımdakinin asıl amacının beni kafeslemek olduğu hissine kapılsam da tepki vermiyorum, tükenmesini bekliyorum. Kendime acı çektiriyorum. Gidip onunla diş fırçalamaya devam ediyorum hiçbir şey yokmuş gibi. Pilim bittiği anda da terk eden taraf ben oluyorum.


Sevgilin var mı peki? Yoksa kariyerin için sevgilinden feragat mi ettin?

Yakın bir zaman önce ayrıldık. Kariyerimle alakası yok, ilişkimiz çok tükenmişti. İki yıldır birlikteydik. Zaten ciddi anlamda değer verdiğim insanlarla ilişkilerim uzun sürüyor.


Değer vermediğin insanlarla da ilişki yaşıyor musun? Flörtçü müsün?

Pek flörtçü sayılmam. Gidip tanışan ben olmam asla. Orta yolda buluşacağım insanları seçerim ama ben erkeğim karşı taraf kadın, birbirimize muhtacız. Kadınları seviyorum. Sevgilim olmayan, kız arkadaşlarımla da sohbet etmekten hoşlanıyorum. Sevgilimle paylaşamadıklarımı onlarla paylaşabiliyorum. Bu da bazı konularda beni tatminkâr yapıyor.


İlişkilerinde önce seksin gelmediğini söyleyebilir miyiz o zaman?

Bastırdığımız hayvani içgüdülerin içinde önce seks geliyor. Benim içinse önce konuşmak.


Tabii sevişmeden önce tanışıp konuşmak gerekiyor…

Tanışmadan da olabiliyor. Hiç konuşmadan da evine gidebilirsin. Zihnim bana benim bir döl, karşımdakinin sağlıklı bir dölek olduğunu söyleyerek onu hedef gösteriyor. Düşüncem gidip onunla tanışıyor ama bazen bunların ikisi oluyor ya da hiçbiri olmuyor ve hedefe ulaşamadan eve dönebiliyorsun. Sosyal hayat dediğimiz kavram bizi harekete geçmekten alıkoyabiliyor. Zaten ben gece kulübe gitmem dolayısıyla bu yürüme muhabbetleri hayatımda pek yaşanmıyor.


Neler yapıyorsun evde?

Dergi okumayı seviyorum. Karakalem ve Bant favori dergilerim. Müzikle ilgileniyorum… Elimde festival programıyla tüm grupları dinlemeye, sound’larını kavramaya çalışırım. Oyunculuğumu geliştirmek için tiyatrocu büyüklerimden aldığım beni geliştirebilecek oyunları kitapları okuyorum. Çehov, Stella Adler gibi…


Diyelim ki yarın bir gün mesleğin yürümedi, müzikte de istediğin olmadı… Nasıl geçineceksin? B planın var mı?

Yaşayacağın günü planlamaktansa uyandığın günü iyi koordine etmek gerek. Bir A planım yok ki B planım olsun… Hovarda yaşamıyorum ama planlı da değilim. Hiçbir hedefimi tutturamazsam gidip iktisatla ilgili bir şey yaparım. Gerekirse podyuma çıkar yürürüm. Önce önümdeki hedefe bakarım. B planını düşünerek yaşarsam başarılı olamam.


Röportaj: Arzum Uzun

Fotoğraflar: Serhat Hayri

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.