Anne babalık en iyi kişisel gelişim çalışmasıdır… Bir çocuğunuz olduğunda onunla birlikte hayatı yeniden keşfetmeye, unuttuklarınızı hatırlamaya, kanıksadıklarınıza şaşırmaya başlarsınız… Ancak bunun için çılgın koşturmacanızın arasında bir durmanız, yavaşlamanız gerekir… Klinik Psikolog Pınar Mermer “Yavaş Ebeveynlik” kitabında bir anne olarak, çocuklarla çalışan bir terapist olarak, bir büyükşehir kadını olarak yaşadıklarını ve bildiklerini harmanlıyor… Zamanın daha hızlı, daha çok, daha iyi olma dayatmalarına karşı kendi dengemizi korumayı ve içsel olarak dengeli çocuklar yetiştirmeyi arzu edenler için bir rehber niteliğinde kitabı… Pınar’la buluşup ebeveynliğin bitmez sorularından bazılarını konuştuk…




Kitabının adı “Yavaş Ebeveynlik”. Sürekli aceleye, bir şey yetiştirmeye çalışırken yavaşlamak mümkün mü?

İnsan doğası bir şeylere kapılıp gitmeye, sorgulamamaya yatkındır. Sevmediğin işte çalışmanın da, istemediğin evliliği sürdürmenin de sebebi bu kapılıp gitmeler. Bunların üzerine tüketim toplumunun “daha fazla isteme” düsturu da eklenince kimsenin “Ben şu anda ne yapıyorum” demeye fırsatı kalmıyor. Hız bu demek… Yavaşlamak da bunun tersi. Otomatik hareketlerinizin farkına varırsanız bir şeyler yavaşlayabilir demek. Çıkış yolları aramak.


Peki bu hızın ebeveynlik yansıması nedir? Çocuklar aceleyi sevmez. Yine de işe veya okula yetişilmesi gerekiyor. Bu hengâmenin içinde nasıl uygulayacağız bunu?

Biz hep çocukları kendi zamanımıza uydurmaya çalışıyoruz. Bizler 5 dakikada banyodan çıkıyorsak, onların da 5 dakikada çıkmalarını istiyoruz. Böyle yapamadıkları zaman da çok tahammülsüz oluyoruz. Kendi çocuğunuza ne kadar sık tahammül edemediğinizi fark ediyor musunuz? Bunu mükemmellik düşüncesini daha az önemseyerek aşmak mümkün. Mükemmele ulaşmaya çalışmamak bize zaman veriyor zaten.


Mükemmel ebeveyn olmazsak ne olacağız?

Mükemmel diye bir şey yoktur. Başta onu kabul edeceğiz. Hiç kimse, hiçbir çocuk mükemmel olamaz. Çünkü biz hatalarımızla insan oluyoruz.





Peki bizim çocuklarımız “en iyisini” hak etmiyorlar mı?

Bence bunun altında yetersizlik düşüncesi yatıyor. Ben yapamadım ama çocuğum yapmalı oluyor. Ya kazanansın ya da kaybedensin düşüncesini bildiğiniz zaman çocuğunuz için daha çok endişeleniyorsunuz. Çocuklarımız da o standartlarda yetişsin diye ekstra çaba sarf ediyoruz. Onları da bu yarışın içine sokuyoruz. Sorgulamıyoruz. Hayatın gerçeklerini görüp bunu çocuklarımıza da göstermeye başladığımızda yükümüz hafifleyecek ve o zaman yavaşlayabileceğiz.


Şimdiki caniler eskiden kötü ebeveynlik görmüş çocuklar

Kitapta bir ebeveynlik felsefesi belirlemem ve ilkelerini yaratmam gerek diyorsun. Ne demek ebeveynlik felsefesi, ne işe yarıyor?

Bizim hayatta yaptığımız en önemli şeylerden biri ebeveynlik. Her konuda eğitim alan, her şeyi araştıran, kurslara giden biz, çocuk yetiştirme söz konusu olduğu zaman hiçbir şey yapmıyoruz. Ebeveynlik hissiyata bırakılmamalı diye düşünüyorum. Günümüzde çocuklara şiddet, istismar uygulayan insanların aslında zamanında kötü ebeveynlik yapılmış çocuklar olduğunu görüyoruz. Çocuklarıma organik şeyler yedireyim ve içireyim gibi fiziksel özelliklere o kadar takılıyoruz ki, ruhsal olan kısımları düşünmüyoruz. Ama artık bu konuda da bir şeyler yapıp harekete geçmemiz gerekiyor.


Yani ebeveynliğe bir rota belirlemek mi ebeveyn felsefesi?

‘Ben nasıl biriyim, ben nasıl bir çocuk yetiştirmek istiyorum, ulaşmak istediğim yer için nasıl davranmam gerekir, ben çocuğumu gerçekten tanıyor muyum?’ gibi şeylere kafa yormak aslında. Siz bu niyeti kafanıza koyduğunuz zaman o hep bir yerlerde belirecektir.


Ebeveyn olunca bence en zor olanlardan biri kendi çocukluğunla yüzleşmek. “Çocuğunuzun sizi en çok zorladığı yaş dönemi sizin çocukluğunuzda en zor geçmiş olan dönemdir” diye okumuştum. Bu yüzleşmeyi nasıl kansız atlatabiliriz?

Geçmiş deneyimlerimizin bizi nasıl etkilediğini fark ederek yapabiliriz. Bununla ilgili çalışmak lazım. Çocukluğunda şiddet gördüysen en ufak bir olayda elini kaldırırsın mesela. Bazı şeyler beden hafızasında kalır. Bir şey tetiklediği anda ortaya çıkar. Bunun farkına varmak insanın ebeveynliğine çok büyük katkılar sağlayabilir. Ebeveynlik en güzel kişisel gelişimdir. Bu fırsatı değerlendirmek hem çocuğumuzla olan ilişkimizden doyum almamızı sağlar hem de hayat kalitemiz artar.





Çalışan anneler ve suçluluk

Bazı anneler zorunda olduğu için bazısı da isteyerek bebekleri henüz küçükken işe dönüyorlar. Bu anneler vicdan azabı mı çeksinler? Çocuğa en iyi anne mi bakar?

Ebeveynlik bir suçluluk yarışı gibi. Çocuğa en iyi anne bakar düşüncesine çok katılmıyorum. Duygusal anlamda dengeli bir anne, baba, bakıcı ve büyükanne varlığı bence çok sağlıklı bir kombinasyon. Ben kadınların çalışma hayatında olmalarını çok istiyorum. Ama bir yandan da çocukların gelişimi için 0-3 yaş aralığında ailesinin yakın ilgisi gerekiyor. Belirli meslek alanları o kadar ağır çalışma şartlarına sahip ki ebeveynler gösteremiyorlar bunu çocuklarına.


Hafta sonu annesi olarak kalıyorlar.

O noktada da işte bazı şeylere devletin el atması gerekiyor. Ancak bu el atma kadınları iş hayatından çekme değil de hem annelere hem babalara belli izinler vererek, kreş desteği, süt izni sağlayarak hatta ebeveynlik konusunda onlara ücretsiz psikolojik destek vererek olabilir.


Esnek çalışma saatleri olabilir…

Evet… Ben şöyle de düşünüyorum, şimdi bunlar olmadığı zaman insanlar özel hayatlarında o kadar mutsuz oluyorlar ki bu insanların işyerinde de iyi bir çalışan, çok mutlu bir çalışan, üreten bir kişi olmasını biz beklemiyoruz… Sistemin düştüğü yanılgı bu aslında…


Çok çalıştırayım, çok verim alayım demek değil…

Öyle olmuyor işte. Eskiden şirket eğitimleri motivasyon, inovasyon gibi konular üzerineydi şimdi “şefkat üzerine”. İnsani değerlere dönmeye başladık. Antidepresanlarla ayakta duran CEO’lar… Yani şimdi ne olur, şirket sizi 1-2 sene çok güzel kullanır, çok güzel başarılara imza atarsınız ondan sonra hayatınız bitti. Bitti çünkü tükenmişlik sendromu yaşıyorsunuz; 4 yaşınızdan beri yarışmışsınız o noktaya gelene kadar. Ben şu an 40 yaşında, çok büyük şirketlerde “başarılı” ama gerçekten yaşadığı hayattan nefret eden kişiler tanıyorum. Yani hani böyle mutlu olunuyordu?


Çocuklara büyüyünce ne olacaksın diye sorarız ama kimse “Mutlu bir insan” yanıtını beklemez diyorsun. Neden önemli bu?

Görünür, somut şeyler önemli bizim için. Ne kadar para kazanıyorsun, nasıl bir konuma geldin… Bunlar önemli ama çocuk ziyan olmuş önemli değil. Okul çağındaki çocuklar üzerinde de başarılı olma baskısı var. Sonra bu çocuklar kaygıdan dolayı dikkat eksikliği yaşıyor. Öğrenemiyor, sınavlarda başarı gösteremiyor.





Öğrenilmiş çaresizliğe kapılmamak

Bu senenin başından beri çocukların başına gelen korkunç olaylarla sarsıldık. Kaybolan, kaçırılan, öldürülen çocuk haberleri inmedi manşetlerden. Biz çocuklarımızı hem potansiyel tehlikelerden koruyup hem de paranoyamıza gem vurmayı nasıl başaracağız?

Hiç konuşmadığımız konuları açmanın artık zamanı geldi. En önemlisi cinsellik, kadın erkek eşitsizliği, şiddet... Biz hep kulaklarımızı tıkıyoruz, gözlerimizi kapatıyoruz ama bunun iyi bir korunma yöntemi olmadığını artık fark ettik. Birbirimizi tanımak, sahip çıkmak işte birbirimizin çocuğunu sokakta sahipsiz gördüğümüzde kucaklayıp en yakındaki tanıdığına teslim etmek... Aslında çok basit gibi gözüküyor olabilir ama bunlar kaybettiğimiz özellikler. Bu konuların konuşulması sağlanmalı. Çocuklara kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretmeli. Tabii ki devletin bu konuda yapması gereken çok fazla şey var. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda önce devletin yetişip ‘Bir dakika ben müdahale ediyorum, ben sizi koruyacağım’ demesi gerekiyor. Bunun olmadığı noktada da bireysel güçlerimize inanmalıyız. Biz kendimizi öğrenilmiş çaresizliğe kaptırdık. ‘Nasıl olsa bir şey yapamayız.’ Çocukluğumuzdan beri özgüvenimiz ve bir şeyler yapma motivasyonumuz hep bastırıldığı için bazen bir şeyler yaparken bunu hatırlamamız gerekiyor. ‘Ben insan olarak çok değerliyim, gerçekten bir şeyleri değiştirebilirim’. Bugüne kadar dünyada birçok şeyi değiştiren insanlar genelde bireysel çabalarla bir yerlere gelmiş, insanları örgütlemiş kişiler. O yüzden birbirimize ve kendimize güvenelim ve çocuklarımızı eğittikten sonra bu konuyla ilgili elimizi taşın altına koyalım.

Başarı tanımlarımız yanlış!

Çocukları okulda başarısız olduğu için sana başvuran birçok aile var. Bu çocuklar gerçekten başarısız mı?

Bizim başarı tanımlamalarımız çok yanlış. Bana bu çocuğun dikkat eksikliği problemi var, öğrenemiyor, zekâ geriliği problemi yaşıyor diye okullardan yönlendirilen, aile tarafından getirilen çocukların hiçbir problemleri olmadığını testler ispatlıyor. Bu eğitim sistemi içinde bir çocuk çok akıllı da olsa okulda başarılı olmayabilir. Bu çocuk farklı farklı bir ülkede, farklı bir eğitim sisteminde olsa parlayacak; ama bu eğitim sistemine uygun değil. Her çocuk matematikte, Türkçe’de, fende başarılı olmak zorunda değil. Farklı yetenekleri olan çocuklar, diğerlerinden azıcık farklı olan çocukların bu sistemde çok fazla şansı yok. Ama ne tesadüftür ki bu farklı çocuklar zaten dünyada değişiklikler yapıyorlar. Bu dünyada büyük işler başarmış insanların çocukluklarına baktığımızda diğer çocuklardan farklı olduğunu görüyoruz.




Mutsuz çocuk öğrenemez

Okul başarısının evdeki psikolojik ortamla nasıl bir ilgisi var sence?

Birincisi aşırı baskı çocuğu başarısızlığa götürüyor. Çok ciddi bir tepki doğuyor ‘Yeter artık yapmayacağım’ diye… Tükenmişlik sendromu dediğimiz şeyi çocuklar da yaşıyorlar, depresyona giriyorlar. Bu ara en çok gördüğüm kaygı bozukluğu. Yani küçücük çocuklar panik ataklar yaşıyorlar. Ağlama krizleri oluyor. Ebeveynler ise şaşırtıcı bir şekilde “Ne olduğunu anlamadım!” diyorlar. Sanki bu çocuğun bu kadar ağır yükü normal bir şeymiş gibi. İkincisi ise çocukluk döneminde güvenli bağlanmayı kuramayan kişilerin üniversite döneminde bile ders başarısı gösteremedikleri, hayatta tatmin olamadıkları, keyif alamadıkları sonucu ortaya çıkmış. Hayatımızda ebeveynlik bu derece önemli aslında... Üçüncüsü anne baba çok hızlı hayatlar yaşadığı, tatminsiz, mutsuz olduğu zaman bu çocuğa da geçirilen bir his oluyor. Mutsuz bir çocuk öğrenemez. Okulda başarılı olamaz.


Röportaj: Damla Çeliktaban

Fotoğraflar: Alper Tunga Çatal

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.