Okuduğumda gözlerim yuvalarından fırladı, “Tango zinadır” buyurmuştu bir grup zihniyet. Dünyada en iyi festivallerine imza attığımız tangoyu konuşmak lazımdı. Aklıma ilk Toprak Sergen geldi. Zira son yıllarda kendini televizyon dünyasından iyice soyutlayan ünlü aktör kendini tangoya vermişti. “Yoğunum” ya da “Kusura bakma ama böyle saçma bir şeyi konuşmayalım” dese kızmazdım. “Toprak Bey, siz bana tango öğretin, ben de size soru sorayım” dedim... “Bey demezsen olur” diye cevap verdi. Ankara Tunus Caddesi’ndeki Tangoloji’de buluştuk. Burası bir okuldu ve birbirinden alakasız çiftler tango yapmak için toplanmıştı, ben de eklenince tam oldu. Bir süre kenardan onları izledim. Sonra sıra bana geldi. Toprak Sergen’in bana tango öğretmeye “Tamam” demesi sanırım hayatının en büyük pişmanlıklarından biri olacak hatta adamı tangodan soğutmuş da olabilirim. Zira ben beceriksizim, tango zor. Ama o kadar büyülü bir dans ki... Zaten o bilekten bağlı ayakkabıları giyince direkt havaya giriyorsun. Tango zina mı bilmem ama o ayakkabılar bana hep çok seksi gelmiştir. O şahane yorumu yapan arkadaşlara da teşekkürlerimi sunuyorum, bu sayede hem Toprak Sergen’le hem de Tango gibi büyülü bir dansla tanıştım.


Tango ne senin için...

Hayat...


Biraz daha açar mısın bunu... Oyuncu olduğun dönemde yaşamıyor muydun?

Tango da oyunculuk da hayatın kendisi aslında. Hayat renklerden ibaret; hangi rengin peşinden gidersen o senin hayatın oluyor. Seçim ve tercih diyelim. Kendimizi bir şey zannetmek yerine güzel olan şeylerin hayatın ta kendisi olduğunu bilirsek, daha mutlu oluruz. Televizyonda izlediğimiz o boş şeylerden daha güzel işler yapan insanlarla tanışmak istedim. Oyunculuğun bana verdiği o ün, o “üst insanlık” durumunu reddettim ve reddettiğim bir şeyin içinde olmak istemedim. Televizyonda olmak, oyunculuk hep üst dünyalar. Nereye gideceğini seçmeden değişik hayatlar keşfetmek, hiçbir şeyi reddetmeden, negatif diye yargılamadan incelemek harika.

Tango da tam bu yeni hayata geçiş yaptığın dönemde çıktı karşına...

Merak ettiğim, sıfır kafayla girdiğim bir şey oldu tango... İnsanlar “Şunu da yaparım bunu da” modunda hep... Halbuki kalbini dinleyeceksin, gerçekte ne istediğini o söyler sana. “Küçük Prens” kafası... “Salsaya mı gitsem tangoya mı” ya da “cumartesi salsa yaparım, pazar tango” gibi bir şey değil hayat, benim için değil... 9 yıldır tango yapıyorum. 2011 ve 2012 Türkiye tango şampiyonlarından yıllarca ders aldım. 20’nin üstünde uluslararası festival ve workshop’a katıldım. Türkiye’deki bütün üst düzey tango festivallerini hem Türkçe hem İngilizce olarak sunuyorum, en önemlisi de tangoyu çok seviyorum. Hem bolca dinliyorum hem de fırsat bulduğum anda dans ediyorum.


Dizilerde senden çok daha yeniler müthiş paralar kazanıyor, hiç mi gözün yok parada pulda?

Nirvana’ya ulaştığımı söylemiyorum, sadece televizyon denen saçmalığın içinde olmak istemedim. Markaların gecelerini sunup seslendirme yapıyorum. Kendime başka bir dünya kurdum ama hâlâ medya dünyasındayım, çok da güzel zamanlar geçiriyorum. Televizyon? 2200 eve cihaz bağla, ondan sonra “reyting sıralaması” diye bir şey dayat. Bence hiçbir şey eskisi kadar seyredilmiyor artık. Televizyon dünyasında neler döndüğünü çok iyi biliyorum. Diziler zaten saçmalık. Onları reddetmiyorum ama daha güzel bir şey keşfettim... Göreceksiniz bizim taraf televizyon tarafını geçecek. Dünyanın en yetenekli tango çifti Sebastian Arce ve Mariana Montes’in peşinden pek çok uluslararası festivale gittim. Onları televizyonda göremezsiniz ama internetten izleyebilirsiniz.


Televizyon izleyicisiyle internetten seni takip edenler farklı mı?

Kafa olarak çok farklılar tabii ki. Dizi ortalama 2 saat sürüyor ama internette her şey çok hızlı. Dünya değişiyor.


‘Cehaletin son noktaları onlar'



“Tango zinadır” dediler ya, neler söylemek istersin?

Eleştirmek istemiyorum, eleştirdiğim anda o tarafa geçerim. Bunu asla yapmayacağım. Şöyle diyeyim: Eleştirmeye değecek bir şey bile yok ortada.


''Tango zinadır''çok ağır bir suçlama, içinde olan hatta tangoyu “hayat” olarak tanımlayan birisin, “Yok artık” demedin mi?

Demedim. Cehaletin son noktalarındalar. Din kafasındaki insanlar da başka boyutta. Asla cevap vermemek lazım. Negatife “O öyle değildir” diye bakmak, negatifin pozitifi olmak demektir. Bakınız, Okan Bayülgen... Biz onun gibi negatiften beslenmeyelim. “Burada bu var, biz bunu yapıyoruz, gelirsen hoşgeldin” diye konuşalım. Dünyanın en iyi 10 tango festivalinin 2’sini Türkiye yapıyor. Dünyada üst düzey festivallerde sahneye çıkan performansçılarımız var. Aydın Kocamusaoğlu ve Pelin Koyun, Serkan Gökçesu ve Cecilia Garcia, Murat ve Michelle Erdemsel... Onlardan bahsedelim.


Mevlânâ felsefesi...

Aynen...


Öte yandan tango yapan ve müzikle bütünleşen kadın ve erkek birbirine epeyce yakınlaşıyor, öyle değil mi?

Tabii ki öyle ama cinsel anlamlar yüklemek niye? Harikulâde bir yaratık duruyor karşında; kadın. “Tango zinadır” diyerek o şahane yaratığa dünyanın en büyük saygısızlığını yapıyorsun. Konya kaşık havası oynasa da sen kadına o gözle bakarsın. Bu nasıl bir erkek zihniyetidir. Bu saçmalıklardan uzaklaşalım artık lütfen. Tango yapan çift ne kadar zarif ve estetik görünüyor, bu açıdan bakalım. Ya da o çukurda kalsınlar biz doğru enerjiyle yolumuza devam edelim.


Siyasetle ilgileniyor musun?

Sol-sağ olaylarının her geçen gün tarih olduğuna inanıyorum. Politikacılar yönettiği sürece dünya kötü bir yer olacaktır; şahsi düşüncem bu. Bir ülkeye politika hâkimse, sanat, kültür, dans ve spor hep onun gölgesinde kalır. Din ve siyaset kafası birbirini besler. Sanata, dansa bakış da ortada. Sporda çok kötüyüz, doping yapıyoruz, ötesi var mı? Süreyya Ayhan’a ne oldu? Gitti. Dalga geçerek baktığımız, korner direğine çalım atan Sabri Reyiz bile başarı hikâyesi grubuna girdi. Temel düşüncemiz şu olmalı bence: “Hayata pozitif bakalım, işimizi doğru yapalım, başkalarını yargılayacağımıza kendi yaptığımıza konsantre olalım.”


'Biz nekrofil bir ülkeyiz'



Japonya’yı çok seviyorsun bildiğim kadarıyla. Ne yaptın orada?

Japonya harika bir yer... Orada alçakgönüllü, sakin, kendisiyle baş başa olmayı seven, kendininkinden başka hiçbir enerjinin çarpmasına izin vermeyen bir insan olmayı öğrendim. Uzakdoğu kafası şu: Küçük düşünmek, küçük yaşamak... Bak sana bir hikâye anlatayım. İki otomobil markasının CEO’su bir araya gelmiş. Birbirlerinden öyle farklılar ki. Birinin malikânesi, lüks otomobilleri var; diğerinin 70 metrekare evi... Ama aynı işi yapıyorlar! Hayatını büyütmeden de iyi şeyler yaratabilirsin. Hem Devlet Tiyatrosu’nda hem dizilerde olmak istiyorsan bunu yapabilirsin ama eleştirmeyeceksin. Bunu yapıyor meslektaşlarım. Eleştirip durursan üretemezsin.


Uzakdoğulular daha basit ve pozitif bakıyor ya hayata, bizim kültür biraz melankolik mi acaba?

Melankoli de ne, biz nekrofil bir ülkeyiz...


Biraz abartılı olmadı mı?

Hayır, olmadı. “Ahmet Abi ölmüş” diyerek ağlıyor adam, “Üç sokak ötede oturuyordu, daha 3 yıl önce görmüştüm”... Adam ağlıyor ya! İnsanlar ölür. Ancak ölüm enerjisi yerine yaşam enerjisinden beslenirsek iyi şeyler üretebiliriz. Cenazeleri kaçırmıyoruz. Sen kimsin? “Ben Ali. Hasan Amca’nın cenazesi varmış geldim, dayımın üst komşusunun babasıydı...” Sen ölene değil, hayata tutunana bak. Bir saatte 150 sözcükle hayatını anlatıyor Hawking. Motor nöronları yok! Hareket edemiyor, konuşamıyor ama ayakta. Ağlasa o ağlar, biz neye ağlıyoruz, neyimiz eksik? Var olanı konuşmalıyız, olmayanı değil.


Röportaj: Nazenin TOKUŞOĞLU





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.