Hepimiz deneyimlerimizi anlamlandırmak adına zihnimizde listeler hazırlıyor, farkında bile olmadan kendimizi çeşitli konularda uyarıyoruz. “Elini ateşe uzatma. Soğuk havalarda sıkı giyin. Onunla bir daha görüşme ama şu iyi biri besbelli, zarar gelmez!” Herkesin listesi hem birbirine benziyor hem de özel... Hikâyesini okuduğumuz küçük kızın farkı ise, zihninde hazırladığı “Çocukların Yetişkinlerle İletişimde Dikkat Etmesi Gereken Hassas Konular” listesini bir an önce kâğıda dökmesi ve kuralları harfiyen uygulamaya başlaması. Peki bu onu hassas konularda türlü çeşit sıkıntılar yaşamaktan kurtarıyor mu, elbette hayır.


Taze Kitap’tan çıkan “Dedemin Bakkalı” adlı kitabın kahramanı, gözünü kırpmadan ticaret hayatına atılan ama yetişkinlerin dünyasında işlerin hep karışık olduğunu çok geçmeden öğrenen bir kız. Dedesinin yanında çırak olarak başladığı ticaret hayatında yaşadıkları da hem çocuklar hem büyükler için yazılmış çok farklı ve güzel bir kitabın hikâyesi.


Yazarı Şermin Çarkacı’ya röportajımızda önce kahramanını soruyorum. Akıllı mı akıllı, tatlı mı tatlı, şakacı, iyi kalpli, girişimci ve bağımsız ruhlu küçük bakkal çırağı acaba Şermin Çarkacı’nın kendisi olabilir mi? Diyor ki: “Dedem bir köy bakkalıydı. O yıllarda köy kalabalıktı, dolayısıyla müşteri de çoktu, ben de yaz tatillerinde ona yardım etmeye başladım. Dolayısıyla kitaptaki çırak büyük ölçüde benim, evet ama hikâye hepimizin hikâyesi.” Hadi sonrasını okuyalım...


Sihir Değnek’i okurken niye kurgu yazmadığınızı merak etmiştim. Bence son zamanlarda çıkan en tatlı çocuk kitabını yazdınız. Devam edecek misiniz?

Bilmiyorum ki. Stratejik bir yazar değilim. Şunu yazarım, bunu yazmam diyemiyorum. Gönül ne isterse, kalem neyi yazarsa... “Dedemin Bakkalı” böyle bir kitap mesela. Dedem, dükkânı kapatırken, orayı ben boşaltmıştım. Atılacakları attım, kullanılabilecekleri bir köşeye yerleştirdim, bazı şeyleri de kendime ayırdım. Yarın çocuklarım büyür, onlara anlatırım, ‘Sizin büyük dedeniz bakkaldı ve bu ürünler orada satılırdı’ derim diye bir kutu yapmıştım. Ara sıra açıp bakıyorduk. Derken bakkal maceralarımı anlatmaya başladım. İlgilerini çekince de yazdım.





Hangi eşyaları ayırmıştınız?

Kolonya dolum şişesi vardı bakkalda. Getirdim, içine kolonya koydum. Baktım çocuklar aynı benim çocukluğumdaki gibi şişeyle ilgileniyor, pompasıyla oynuyor, kendilerine kolonya döküyorlar. Oradan bir sergi fikri çıktı. Şimdi “Dedemin Bakkalı” kitabının sergisini yapıyoruz. 80’li, 90’lı yıllarda bakkallarda satılan ürünleri, o dönemin reklamlarını, kitaba konu olan gerçek objeleri sergileyeceğiz. Anne babalar çocuklarıyla birlikte gelip sergiyi gezecekler, çocuklar anne babalarının zamanındaki bakkal ürünlerini görecekler, kitabın tarihini görecekler, yetişkinler kendi çocukluklarına gidecekler.


Ben yaşlılarla iletişimin çocuklara iyi geldiğine inananlardanım. Okul müfredatlarında yeri olmayan ama hayat için çok lüzumlu şeyler ancak böyle öğreniliyor, ne dersiniz?

Kesinlikle haklısınız. Ben çok şanslıydım, dedelerimin anneleriyle babalarını da tanıdım. Bir çocuk için müthiş zenginlik! Tarihi dinliyorsun, kitap okumak ya da belgesel izlemek gibi ama anlatıcısından, canlı... Onların Bulgaristan’dan göç ederken yaşadıklarını dinlemek çocukken bana acayip keyif verirdi. Zihnimde canlandırmaya çalışırdım. Büyüyünce de göç romanlarını çok sevdim. Ait hissettikleri yerlerden ayrılmak zorunda kalan insanların hikâyelerinde öz aynıydı ama yaşanan acılar farklıydı. Ben de işte göç romanlarından o acıları toplamayı seviyordum; gördüğüm her yaşlı insanla konuşmayı da... Çocuklarım da çok şanslı; dedelerimle, anneannem ve babaannemle vakit geçirebiliyorlar.


Bir bakkal dükkânında çalışmak insana hayata dair neler kazandırır, neden?

Bakkal müthiş bir yerdir. Ben hâlâ ilişkilerimde, iş hayatımda orada öğrendiklerimin ekmeğini yiyorum. Eşsiz bir gözlem alanı. Her gün onlarca insan girip çıkıyor ve sen o insanların hayatını biliyorsun. Falanca kişi her gün kaç ekmek alıyor, peyniri nasıl sever, hangi sigarayı içer, ne margarin kullanır, maaşını ayın kaçında alır, parası var mıdır, yok mudur, evlatlarıyla arası nasıldır; hepsini o bakkal koltuğundan anlarsın. Hele gözlem yapmayı seviyorsan... Bayrama 2-3 gün kala yaşlılar gelir, bol bol zeytin, peynir, yağ, helva alır. Niye? Çocukları gelecek. Yaşlı biri her şeyden azıcık alıyorsa, onun çocuklarının gelmeyeceğini, bayramı yalnız geçireceğini anlarsın. Çocuk bile olsan bilirsin, illa yetişkin olmaya gerek yok. Büyümüş, kocaman adam olmuş, ama hâlâ bakkaldan kendine çikolata alanlar da vardır. Demek ki içinde hâlâ bir çocuk var.


Neden çocuklar için ilk romanınızda böyle nostaljik bir hikâye anlattınız?

Aslında sadece çocuklar için yazmadım. Yetişkinlere de hitap ediyor. Anne-baba-çocuk arasında bir iletişim aracı olabilirse, kendimi mutlu hissedeceğim. O çıraklık hikâyesini anlatırken şunu düşündüm: Bakkal artık sadece küçük yerlerde var, bazı çocukların görme şansı bile olmuyor. Fantastik kurgu ya da hiç değilse bir günümüz hikâyesi yazsaydım, daha eğlenceli olabilirdi. Ama herkesin yaptığını yapmak istemedim. Tutayım çocukların ellerinden, biraz geçmişe götüreyim istedim. Kendi anne babalarının çocukluğuna gitsinler istedim.


Kitabınızdaki listeler müthiş, nereden aklınıza geldi?

‘Ben seni anlıyorum. Hep oluyor böyle şeyler, yetişkinler yetişkin kafasıyla bakıyor olaylara, çok da takılma” diyor o maddeler kahramanıma. Aynı maddeler yetişkinlere şunları anlatıyor: “Uğraşma çocuklarla, ne kadar gıcık bir yetişkin olduğunun farkına var, biraz çocuk kafasıyla düşün, o zaman onları daha iyi anlayacaksın...” O maddelerin tamamı, bu köprüyü sağlayabilmek için. Umarım başarılı olur.


Bir çocuğu mutlu etmek çoğu zaman bir yetişkini mutlu etmekten daha kolay, neden? İş mutluluğa gelince, yetişkinler azla yetinemiyor, hep daha fazlasını istiyor.

Büyümeye pek meraklıyız da ondan. Oyun oynamayı, gülmeyi, eğlenmeyi çabuk bırakıyoruz. Salıncakta sallanmayı bırakıyoruz, yağmurda ıslanmayı bırakıyoruz, insanlarla hesapsız iletişim kurmayı, sarılmayı, koşmayı, kahkaha atmayı bırakıyoruz. Abur cubur yemeyi bile bırakıyoruz büyümek uğruna. Ondan sonra da ‘Vay ben mutsuzum.’ Mutsuz olursun tabii; büyümeyeceksin...


İllüstrasyonlardan bahseder misiniz? Sizin kitaplarınızın çizimleri, havası da mutlu ediyor insanı...

Ben seviyorum çizimli kitapları. Her kitabımda az buçuk çizim koyarım. “Dedemin Bakkalı”nı Mert Tugen çizdi. Siyah beyaz kullandık iç sayfalardaki çizimleri. İmza günlerinde küçük çocuklar geliyor ya anneleriyle, bir tanesi dedi ki, ‘Aaa boyama kitabı gibiiii...’ Öyle düşünmemiştik hiç, ‘Eveeet, dedim, koş boya eve gidince. Sen boya, annen sana okusun...’ Gördünüz mü çocuklar ne kadar akıllı. Bir de kendimizi zeki zannediyoruz.




“Dedemin Bakkalı”ndaki iş planı örneklerinden biri. İşe yarayıp yaramadığını kitabı okuyanlar biliyor.


‘Herkes mutsuz, herkes mutluluk peşinde...’


“Ev Yapımı Sihirli Değnek” adlı bir kitap da yazmıştınız. Fark etmediğimiz, önemsemediğimiz mutluluk araçlarını anlatıyordunuz. Çok var mı öyle sihirli değnekler, hayatını değiştirmek isteyenler için?

Olmaz olur mu? Hayatın kendisi sihirli değnek. Biz bakmayı bilmiyoruz. Mutluluk, kelime olarak, artık şekerli sakız gibi bir şey oldu, herkesin ağzında, bir iki geveliyorsun, şekeri bitince tükürüyorsun... Herkes mutsuz, herkes mutluluk peşinde... O kadar çok duyuyorum ki bunu. ‘Çok mutsuzum’... Eee? Niye? N’oldu? Bilmiyorum, işte mutsuzum... Genelde böyle, bir açıklanabilir sebep yok. Böyle diyenlere diyorum ki, ‘Mutlusun sen, farkında değilsin sadece, git bi elini yüzünü yıka da gel hadi.’ Kitabın giriş cümlesidir. ‘Mutsuzluk dediğimiz şey, belki de mutlu olduğumuzun farkına varamamaktır.’


Kitabınız bana o dönem çok iyi gelmişti, sanki uzun zamandır ihtiyacım olan şey buydu... Şahsi bir mutluluk tarifiniz var mı?

Her gün farklı, her durumda farklı. Bugün şunu okumak bir mutluluk işte. Bir kitap yazıyorsunuz, biri okuyup diyor ki, ‘Bana kitabınız çok iyi gelmişti’. Şükürler olsun, daha ne isteyeyim.


Oyuncu Anne anlatıyor

“Çocuk saftır, her şeyi o saflıkla yapar. Hızlıdır, hızlı koşar. Cesurdur, çok düşünmez. Atılır ve aklına geleni yapar. Sonra da yetişkinlerin duvarlarına toslar. Bugün çocuğun fikrine önem vermenin gerekliliğini biliyoruz ama ne kadar uyguluyoruz? Eskiden daha da önemsizdi bu. İki tarafa da hatalı diyemem aslında ama yetişkin gözüyle dönüp bakınca anlıyorum ki benim yaptığım çocuklukmuş, iyi dayanmışlar bana.”


Röportaj: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.