Zeynep Özyağcılar tarafından kurulan Tiyatro Martı, ‘Uçlar’ ve Erdal Özyağcılar’ın 18 yıl sonra sahneye döndüğü ‘Hoşgeldin Boyacı’dan sonra, İskoçyalı yazar Rona Munro’nun ödüllü oyunu ‘Demir’i Serkan Üstüner’in rejisiyle seyirciyle buluşturuyor. Zeynep Özyağcılar’ın annesi Güzin Özyağcılar’la birlikte rol aldığı ve ikilinin bir anne-kızı canlandırdığı oyun, iki kadının özlemlerini, acılarını ve yüzleşmelerini sarsıcı bir metinle gözler önüne seriyor. 27 Aralık’ta Yunus Emre Kültür Merkezi’nde, 12 Ocak’ta Fulya Sanat’ta, 18 Ocak’ta Kozzy Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Sahnesi’nde, 2 Şubat’ta CKM’de, 9 Şubat’ta Barış Manço Kültür Merkezi’nde, 16 Şubat’ta Fulya Sanat’ta, 28 Şubat’taysa Profilo Kültür Merkezi’nde izleyebileceğiniz oyunda Gözde Çetiner ve Burak Tanay da rol alıyor. Özyağcılar Ailesi’yle evlerinde buluşup ‘Demir’i, sanatı ve hayatı konuştuk. Her zamanki gibi evleriyle birlikte kalplerinin de kapılarını sonuna kadar açtılar bana. İşte tadı damağımda sohbetimizden yazıya yansıyanlar...


“Tekstten çok etkilendik”

Tiyatro Martı’nın üçüncü oyunu olarak neden ‘Demir’i seçtiniz?


Zeynep Özyağcılar: Teksti tiyatroyu kurarken elimize aldığımız ilk tekstti. Çok etkilendim hatta ilk oyun olmasını düşündük ama o dönemde tıpkı maalesef şu anda da olduğu gibi kadına şiddet ve tecavüz çok gündemdeydi. 14 yaşında bir kıza 12 kişi tecavüz etmişti ve “Kendi rızasıyla” demişlerdi. Bu duruma o kadar öfke doluydum ki ‘Demir’i bir kenara koyup tecavüz oyunları aramaya başladım ve ‘Uçlar’ı seyirciyle buluşturduk. “Çok kötü şeyler oluyor, seyirciyi biraz güldürmek lazım” düşüncesinden hareketle ikinci oyunumuz ‘Hoşgeldin Boyacı’ oldu. Üçüncü oyunda annem bir komediyle sahnede olmak istiyordu ama benim aklımda hep ‘Demir’ vardı. Annem oyunun çok uzun olduğunu söylüyor, ben de sürekli “Nasıl kaçırıyorsun bu teksti?” diyordum.

Erdal Özyağcılar: Ben de okuduğumda “Güzin ne yapıyorsun? Bu müthiş bir karakter” dedim.

Güzin Özyağcılar: Sonunda Zeynep beni en can alıcı yerimden vurdu. “Beraber oynasak” dedi, iş bitti.

E.Ö.: Oyun gerçekten çok uzundu, 3 saatlik bir oyundu, Hande Ören yapısına, bütünlüğüne zarar vermeden çok güzel kısalttı oyunu.


“Asıl hapishaneyi sorgulatıyor”

‘Demir’, bir anne ile kızının hapishanede karşılaşmalarıyla başlayan bir oyun. Konusunu bilmeyenler için biraz anlatır mısınız?


Z.Ö.: Dediğim gibi çok özel bir tekst, yazarı İskoçya’da feminist tiyatrosunun yazarı. Sadece feminist oyunları yapıyor ve bunların hiçbiri parmak sallayan oyunlar değil. Toplumdaki erkek baskısını, erkek vurdumduymazlığını, bu durumun kadınları ne hale getirebileceğini her oyununda dile getiriyor. Dediğin gibi oyun hapishane sahnesiyle başlıyor. Anne 15 yıl önce bir buhranla kocasını öldürmüş ve müebbet hapse mahkûm olmuş. O zaman kızı 10 yaşında. 15 yıl sonra, annesi babasını öldürdüğünde çok büyük bir travma yaşayan ve hafızası giden, baskıcı bir babaanneyle büyüyen, çocukluğu ders çalışarak geçen, çocukluk anıları olmayan bu kız her şeyi göze alıp annesinin karşısına çıkıyor. Kendisini köksüz hissediyor ve köklerini aramaya koyuluyor.

G.Ö.: “Dışarıdaki mi hapishane yoksa içerideki mi?” diye sorgulatan bir oyun ‘Demir’. Hapishanedeki anne dışarıdaki kızından çok daha özgür. Öyle ki birbirlerine açılmaya başladıklarında anne kıza “Sen öyle demir parmaklıkların içine sokmuşsun ki kendini, hayatını öyle bir küçültmüşsün ki senin hücren benimkinden daha dar” diyor.


Hüzünledirip düşündürürken güldüren de bir oyun ‘Demir’.


Z.Ö.: Kız öz benliğini hatırlıyor annesi sayesinde. “Kırmızı giy, dans et, zamparalık yap” diyor anne kıza. “Sen yaşa, bana anlat” diyor. Kız hep onu kurtarma telaşında ama aslında kızı hapishaneden çıkaran anne oluyor. Oyun bir dram ama dediğin gibi seyircinin çok güldüğü yerler de oluyor. Annem sesiyle, bedeniyle şov yapıyor sahnede. Gerçek hayatta da tanısak çok güleceğimiz bir kadın yarattı.





“Birlikte oynamak büyük lüks”

Anne-kız karşılıklı oynamak, üstelik anne-kızı oynamak nasıl bir duygu?


G.Ö.: Çok büyük bir keyif ama sahnede karşımda Zeynep mi var, hayır. Çok sevdiğim, çok yakınım olan bir oyuncu arkadaşım gibi görüyorum onu. Zeynep’in gözbebeğinden bir şeylerin iyi mi yoksa ters mi gittiğini anlayabiliyorum, o da aynı şekilde. Bu çok büyük bir lüks tabii.

Z.Ö.: Gerçek hayatta çok benzeyen, birlikte çok gülen, gözleriyle konuşabilen, her şeyi birlikte yapmayı seven bir anne-kızız. Bu durum sahneye de yansıyor.

E.Ö.: Oyunun gerçek ve aralarındaki bağ çok kuvvetli bir anne-kız tarafından sahnelenmesi ayrı bir cila.

Z.Ö.: Genlerin yadsınamayacağı farklı bir anne-kız yolculuğu ‘Demir’. Hayatta çoğumuz acılarımızdan, başımıza gelen kötü şeylerden kaçıyoruz. Oysa mücadelemiz oyundaki kız gibi özümüze ulaşmak için olmalı. Sevginin gücüne ve dinlemeyen, görmeyen erk toplumuna dair de çok şey söylüyor oyun.


“İnsan denen şeyi, duyguları o kadar küçülttük ki sonuç ortada!”

Çok zor, karanlık günlerden geçiyoruz. Ruh sağlığımızı korumak, yaralarımızı sarmak için sanatın iyileştirici ve birleştirici gücüne her zamankinden çok ihtiyacımız var öyle değil mi?


Güzin Özyağcılar: İnsan dediğimiz şeyi o kadar küçülttük ki... Kendimizi, duygularımızı küçülttük, sonuç ortada! Sanat duyguları uyandırır, herkes tiyatroya, resme, şiire sıkı sıkı sarılsın. Bizi sanat kurtarır.

Erdal Özyağcılar: Sanatın muhalefeti ne kadar kabul görürse bir toplum o kadar mutlu olur, bir ülke o kadar yaşanılır olur. Sanat toplumlardaki olayları, ilişkileri, ahlakı, ahlaksızlığı, işkenceyi, demokrasiyi yani ne varsa onu en naif ve menfaatsiz şekilde anlatır. Ben de bizi sanatın iyileştirici ve birleştirici gücünün kurtaracağına inanıyorum.

Zeynep Özyağcılar: Sanat, “Bir de böyle bakalım” der, insanın ruhunda, kalbinde, düşüncesinde ışıklar yakar. Sanat olduğuna göre umut da hep var.

“Baba-kız bir çocuk oyunu yapacağız”

Ufukta yeni bir oyun var mı?


Zeynep Özyağcılar: Yazmaya başladığım bir çocuk oyunu var. Ailesine rağmen kendi tutkusunun peşinden giden bir kız çocuğunun hikâyesini anlatıyor. Müzikli, danslı, sıcacık bir oyun. Oyunda babam da oynayacak.

Erdal Özyağcılar: Çocuk oyunları geleceğin seyircisini yetiştirmek açısından çok önemli, yaptığımız işin en önemli kısmı. Sadece orada olma fikriyle asla oynamam. Her yaştan insana söyleyecek bir sözü olduğu için Zeynep’in yazmakta olduğu hikâye içime sindi.





“Her şeye rağmen tiyatro yapan gençleri alınlarından öpmek lazım”

Zeynep gibi tiyatrolar kuran, sahneler açan pırıl pırıl gençler var ülkemizde. ‘Demir’in yönetmeni Serkan Üstüner de onlardan biri. Benim için bu gençlerin varlığı da büyük bir umut kaynağı...

Güzin Özyağcılar: Serkan gerçekten çok güzel, çok kibar, işini çok iyi bilen, umut veren bir insan. Kendisi tiyatromuz için bir piyango oldu. Ben bu oyunu çıkarırken özel tiyatroların yaşadıkları sorunlara bire bir şahit oldum. Yılların Şehir Tiyatrosu deneyimiyle söylüyorum, ödenekli kurumlarda çalışan herkesin 1-2 yıl özel tiyatro deneyimi yaşaması lazım. O zaman mesleklerine çok daha fazla saygı duyacak ve ellerindeki imkânların değerini çok daha iyi anlayacaklar. Oyunu çıkarırken prova mekânı bulamadık, saat başına prova parası veriyorsun. Önce evde prova aldık. Sonra Zeynep’in öğrencilerinden olduğu Saint Michel Lisesi bize kapılarını açtı. Sahnesizlik başta olmak üzere bir sürü zorluk yaşıyor özel, bağımsız tiyatrolar. Gerçek tiyatro aşkı işte o noktada ortaya çıkıyor. Kendi ceplerinden harcayarak, seslerini duyuramama gibi durumlar içinde direnerek her şeye rağmen tiyatro yapan tüm gençleri çabalarından, tiyatroya katkılarından ve inatlarından dolayı alınlarından öpmek lazım.

Erdal Özyağcılar: Tiyatro yürek işi. 50 kişilik, 100 kişilik salonlarda kendi ceplerinden harcayarak tiyatro yapan çocuklar gerçekten çok kıymetliler. Onların yaptığı hepten yürek işi!

Zeynep Özyağcılar: Yürek olmadan bu iş yapılmaz zaten. O adına sahne dediğimiz tahta, yüreğiyle orada olmayan herkesi kusar.


“Gülmeyi unutursak her şey biter”

Show TV ekranında yayınlanan, başrolünde olduğunuz ‘Gülümse Yeter’ adlı dizi ilgiyle izleniyor. Dizi hem hayatın içinde hem de ekranda görmeyi çok özlediğimiz sıcaklıkla buluşturuyor bizi. Vurdusu kırdısı yok, samimi...


Erdal Özyağcılar: Ekranda daha çok mafyaların ortada olduğu, dediğin gibi vurulan kırılan, cinayetler işlenen, kötülüklerin, arkadan vurmaların kol gezdiği diziler var. Seyirciye “Ah” dedirtip dizideki karakterlerle birlikte bir acılar dünyasına sokmak isteniyor gibi bir durum var. Oradan reyting alma, oradan nemalanma durumu söz konusu. Bu da bir tarzdır, saygı duyuyorum ama biz bahsettiğin o sıcaklıkla insanlara “Gülün” diyoruz. Ağlatmak, üzmek yerine “Gülmeyi unutmayın” diye sesleniyoruz seyirciye. Gülmeyi unutursak her şey biter. Yapım firmamız ve kanalımız da arkamızda, 3.5-4 değişmeyen reytingimizle seyirciye gülmeyi unutturmamaya çalışıyoruz.

“45 yıldır birbirimizin dert ortağıyız”

45 yıldır evlisiniz. El ele tutuşup zamana meydan okuyarak yürüyebilmenin sırrı nedir?


Güzin Özyağcılar: Arkadaş olmak, dediğin gibi birlikte yürümek ve paylaşmak çok önemli. İki taraf da bu şekilde yürüyünce evlilik de kendiliğinden yürüyor zaten.

Erdal Özyağcılar: Güzin’in de dediği gibi birbiriyle her şeyi paylaşabilen iki arkadaş olmak çok önemli. Dert ortağı olmak diye bir şey var, o çok mühim. Evliliği mutlu ve sağlam kılan da o. Biz, birbirimizin dert ortağıyız.


Röportaj: Ece Saruhan

Fotoğraflar: Sinan Bilgenoğlu

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.