Kadıköy’de eski bir köşkte karanlık bir odada, kemerle bağlanmış bir halde oyunun başlamasını bekliyorum. Oyuncu odaya girdiği an ben kimim, niçin buradayım hepsi aklımdan uçup gidiyor çünkü o an ben de nöbet bekleyen bir askerin yanındayım ve onun endişelerini paylaşıyorum. Birdenbire dizlerimin önüne çöküp “Ellerimi tut” diyor, ne yapacağımı şaşırıp sonunda uzatıyorum... Odadan çıktığımda sıradaki oyun için tedirgindim ve afallamıştım. Hiç alışık olmadığım bir tiyatro oyunu, üç oda üç oyuncu. Gerçi oyunun adından her şey yeterince anlaşılıyor; Dünyaya Gözlerimden Bak. D22’nin yeni oyunu hem oyuncuları hem de seyircileri zorluyor. Bir günde 4 kez sahneleniyor. Oyuncuları Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu ile konuştuk.


Bu metni oynamak için sizi Frank Heuel seçmiş. Biraz anlatır mısınız?

Berkay Ateş: Frank’in Türkiye’de 3 grupla oyun yapma kararları varmış. İstanbul’a gelip birçok oyun izledi ve seçtiği gruplardan biri olduk. O sahnede bir oyun istemiyordu. Bize metni yolladı biz de bu köşkü bulduk.


‘Bu oyun seyirci için yeni’

Köşkün hikâyesi nedir? Burası biraz zor bir yer...

B.A.: Oyunun odalarda yapılması isteniyordu. Burayı görür görmez fotoğraflarını Frank’a yolladık, çok uygun buldu. Elbette çok eski ve tarihi bir yer. Teknik sıkıntılar oluyor ama hikâyeyle çok uyuştu.

Emir Çubukçu: Bu yaptığımıza ‘mekâna özgü’ oyun deniyor.

Sahne algısı izleyici açısından tamamen yıkılıyor. Oyuncu açısından nasıl bir deneyim?

Can Kulan: Seyirciye çok yakınız, oyuncu için inanılmaz bir deneyim. Zaten uzak değildik ama burada gerçekten insanlarla omuz omuza oynuyoruz. Hatta oyuna dahil ediyoruz, ellerinden tutuyoruz. Üstelik gruptan gruba da oyuncunun hissettiği şeyler değişiyor.




Oyun esnasında birden bağırıyor kimi zaman küçücük odada koşuyorsunuz. Seyirciyi tedirgin etmek bu oyunun bir parçası mı?

C.K.: Kesinlikle. Karakterim insansız hava aracı kullanan bir oto-pilot, binlerce kilometre öteden bir yerde ellerindeki joystick’le bir yerleri bombalıyor. Bu iş hayatını etkileyecek bazı deformasyonlara yol açıyor. Seyircinin bunu hissetmesi önemli.

B.A.: Bir de oyuna katılmalı mıyım, katılmamalı mıyım gibi bir şüpheye düşüyor seyirci. Burada seyircinin duygularını ve düşüncelerini tamamen görebiliyoruz. Böylece oyunun seyri onlara göre kıvrılıyor. Bu oyun seyirci için yeni.

C.K.: Kimisi adım attığı anda reddediyor. Biz kimseyi zorlamıyoruz ancak ben öyle seyirci görünce biraz keyifleniyorum. Çünkü izlemeye çalışıyor ama kendini ayrı da tutmak istiyor. Ama ona oynayıp ondan pozitif bir tepki aldığımda çok iyi hissediyorum.

E.Ç.: Seyirci, oyuncuyla seyircinin aynı tarafta olduğunu anladığında rahatlıyor. Ben de Can gibiyim, bir seyirci gözünü kaçırdığı zaman onunla uğraşmaya devam etmek istiyor karakterim.

‘Ekimde Almanya’da sahneleyeceğiz’

Rol dağılımı nasıl oldu?

B.A.: Frank belirledi. Bizi tanımıştı...

Zor bir metin, karakterler ruhsal olarak çok kötü halde. O karakterler size ne kattı?

C.K.: Klişe olabilecek bir noktadan değil de çok tersten bakan bir metin. Oradaki mekanizmayı anlamak benim için iyi oldu. Daha önce böyle bir karakterle karşılaşmamıştım.

E.Ç.: Benim oynadığım karakter yatağa bağlı yaşlı, batılı bir asker. Yıllar önce görevdeyken kucağında çocuğuyla bir doğulu kadını öldürmüş. Üzerinden yıllar geçtikten sonra yatağında, kaşınan bir yarayla acı çekerken, o kadını hatırlıyor. Aslından bunlar yaşanmasaydı, o kadını öldürmeseydi nasıl bir hayatı olabileceğini sorguluyor. Frank’ın yönetim biçiminden sonra bu karakter yaşlı bir asker olarak canlandırılmıyor ama metinde yaşlı ve yaşadığı travmatik geçmişi hatırlayan bir karakter.

B.A.: Karakterim nöbet tutan bir asker ve o kadar zihnen yorulmuş ki karşısındaki ağaçları düşman sanıyor. Bu beni psikolojik anlamda da biraz yıprattı.

Oyunu Almanya’da da sahneleyeceksiniz sanırım. Sonra neler olacak?

E.Ç.: Evet ekimde. Türkçe oynayacağız ama alt yazı olup olmayacağına henüz karar vermedik. Başvurduğumuz çeşitli festivaller de var.


‘Nasıl normal kalabilirdik ki?


Araştırmalara göre şu an dünyada savaştan dolayı en az insanın öldüğü dönemdeyiz. Yani dünyanın en barışçıl toplumundayız. Ancak sanatta savaşın en çok işlendiği dönemdeyiz. Bu duruma ne diyorsunuz?

C.K.: Bu yüzyılda herkesin her şeyden haberi var ve çıkan haberlerden elbette sanatçılar esinleniyor. Medeniyet ilerledikçe savaş ve sistem üzerine düşünen insanlar çoğaldı. Bir çeşit farkındalık gelişti.

B.A.: İlginç, bana çok doğru gelmedi. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki kuşaklardan yükselen sanat faaliyetinin etkileri olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu Türkiye ölçeğine koyarsak şu an bence kendi dönemimizde bir çeşit dünya savaşı yaşıyoruz. Sanata yansıması doğal. Belki iki kuşak sonra ülkemizden sanat akımları ve yepyeni sanatçılar çıkar.


“Bu kadar çok ‘kusursuz’ genç oyuncuların, bir o kadar da çok kusurlu insanı canlandırmak istemesi tuhaf değil mi?” diye bir söz okudum. Sizi çok iyi bilmiyorum ama bu sözlerin sizin için ne ifade ettiğini merak ediyorum.

C.K.: Nasıl görünüyoruz bilmiyorum ama içimizde bireysel ve toplumsal olarak büyük fırtınalar var. Bu hayat tarzımızla değil de hayattaki seçimlerimiz ve işlerimizle yansıtmaya çalışıyoruz.

B.A.: Normal olduğumuzu düşünmüyorum. Kendi aramızda da hayatın bizi getirdiği noktayı düşününce, “Nasıl normal kalabilirdik ki?” diyorum.

C.K.: Normal olmaya çalıştığım dönemler oldu. Ama ne kadar normal olmaya çalışırsam o kadar işimden uzaklaşıyorum. Normal olmaya çalışmak oyuncuya zarar veriyor, üretimini durduruyor.


Röportaj: Ece Ulusum

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.