Atlantik ve Hint Ok ya nus la rı’nın tam ortasında, yüzünü Güney Kutbu’na dönen Cape Town, masmavi bir gökyüzü ve Table Mountain’dan aşağıya şelale gibi süzülen beyaz bulutların altında keşfedilmeyi bekliyor.

Benzersiz doğasıyla her milletten insanı kendine çeken Cape Town, Table Mountain’ın (Masa Dağı) yamaçlarından okyanusa akan bir kent gibi. Şehri keşfetmeye Bo-Kaap Müslümanmahallesinden başlayalım.

Renkli evleriyle en çok ilgi çeken bölgelerden biri burası. Bo-Kaap’ta Hollandamimarisinden etkilenen zarif renkli evlerin arasında dolaşırken, kulağınıza ezan sesi çalınıyor. Mahalleden çıkıp binaz aşağıda, şehir meydanındaki seyyar satıcıların tezgâhları arasında zaman geçirirseniz oymamaskeler, renkli kumaşlar, küçük heykeller alabilirsiniz.Meydanı geçip yolun karşısındaki yüksek gökdelenlere vardığınızda, kendinizi herhangi bir Avrupa kentine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Ancak Afrika’dasınız ve sokaklar sürprizlerle dolu.

Mesela yüksek binaların arkasındaki parkta, yeşillikler arasında koşturan sincaplar çıkabiliyor karşınıza. Şehrin her noktasından görünen TableMountain’ın zirvesi eşsiz bir manzara vaat ediyor. Hemen yanı başındaki Şeytan Tepesi (Devil’s Peak) ve Aslan Kafası (Lion’s Head) Tepesi, yükselen bulutların eşliğinde başka bir evrende olduğunuzu düşündürüyor.

Kentin simgesi olan 1600metrelik dağın zirvesine kendinize güveniyorsanız 4-5 saatlik bir yürüyüş parkurunu tamamlayarak çıkabilirsiniz ya da teleferiği de tercih edebilirsiniz. (Cableway’in yolcu kabinleri, özel bir düzenekle 360 derece kendi etrafında dönüyor).

Burası dünyanın abseil yapılan en yüksek noktası. Abseil ya da long drop, yani “büyük düşüş” denilen bu sporda belinize bağlı bir iple sürtünme kuvvetinden faydalanarak dağdan aşağıya iniyorsunuz.

Tarihe kulak verin

Kentinmüzeleri ziyaretçilerini zaman yolculuğuna davet ediyor. Kıtanın ilk sahipleri avcı-toplayıcı kabilelerin hayatları, Avrupa’dan gelen kaşiflerinmaceraları, insanoğlunun karanlık yüzü kölelik tarihi, Apartheid rejimine karşı verilen demokrasi mücadelesi gözler önüne seriliyor.

Nelson Mandela

Yolunuzu bir ara Waterfrontn Limanı’ndan kalkan teknelerle Robben Adası’na düşürün. Burası Nelson Mandela’nın 27 sene boyunca tutsak olduğu hapishaneye ev sahipliği yapıyor.

Waterfont

Şehrin en hareketli noktası kesinlikleWaterfront. Limana vardığınızda gün yavaş yavaş sona ermek üzereyse, buradan güneşin batışını izleyebilir, kıyıdaki kafelerde içkinizi yudumlayabilirsiniz. Aynı zamanda pek çok ünlümarkaya ev sahipliği yapan VictoriaWharf alışveriş merkezini de gezebilirsiniz.

Tadım zamanı

Güney Afrika seyahatine çıkış nedeniniz ne olursa olsun bu fırsatı şaraplarını tanımak ve tatmak için de kullanmalısınız. Bağlar ve şarapların üretildiği yerler Cape Town’ın merkezine 1-2 saatlikmesafede. Tek bir yol boyunca sıralanmış bağ evleri ve üretimtesisleri nedeniyle buraya “Wine Route” deniyor. Bu çiftliklerde şarap tatma günlerine ve gece boyu süren eğlencelere katılabilirsiniz.

Stellenbosch’da dev çadırda yerel şarapların tadıldığımuhteşemaçık büfe yemek sırasında çiftlik çalışanları şarkı ve dans gösterileriyle ziyaretçilere eşlik ediyor. Güney Afrika doğal güzelliklerinin yanı sıra yeme içme konusunda da dünyanın iddialı şehirlerinden biri. Tadına bakabileceğiniz ilk lezzet deniz ürünleri olmalı. Bunun için en doğru adres yine liman çevresi. İster ufak bir balıkçıda, isterseniz lüks bir restoranda; artık seçimsize kalmış. Nasıl olsa balığın lezzetinde bir değişiklik olmayacak.

İzleyin...

Morgan Freeman ve Matt Damon’ın rol aldığı ilham verici İnvictus, yine Nelson Mandela’nın hapisteki günlerini anlatan Goodbye Bafana’yı izleyerek Güney Afrika’nın önemli bir dönemine tanıklık etmiş olacaksınız.

Okuyun...

Alan Stewart Paton ve J. Coetzee’nın eserleri önerebileceklerimizden bazıları.

Haber: Levent Özçelik