Geçen hafta 9-21 Eylül 2014 tarihleri arasında Belçika’nın Antwerp kentinde düzenlenen 2014 Özel Olimpiyatlar Avrupa Yaz Oyunları’nı izlemek üzere Brüksel’e gittim… Özel olimpiyatlar ve oradaki şahane çocukları dünkü yazımda anlattım bugün seyahatin genelinden bahsedeceğim…

Brüksel turistik olarak gezmenin aklıma asla gelmeyeceği bir yerdi… Belçika’nın başkenti Brüksel; NATO merkez karargâhı, AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi gibi çeşitli kuruluşların da merkezlerine ev sahipliği yaptığı için Avrupa’nın da başkenti sayılıyor. Bu yönleriyle şehir, turizmden daha çok siyasi ve diplomatik yönüyle ön planda… Yine de karma kültürlü yapısı ile ilginç bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Brüksel’de konuşulan yaygın dil Fransızca, Flemenkçe de resmi dil olarak geçiyor. Lakin ülkenin %20’sinden fazlasının yabancı kökenli olması ve AB’nin başkenti sayılması dolayısıyla birçok farklı milletten insanı barındırıyor; İngilizce biliyorsanız sıkıntı çekmezsiniz…





İhtişamlı yapıları, tarihi binaları ile Grote Markt Brüksel’in en önemli meydanı. Gündüz kalabalık turist kafilelerinin ellerinde fotoğraflarla dolandığı meydan özellikle hafta sonu akşamları gençlerin yerlerde oturup, yiyip içip, şarkı söylediği bir açık hava festivaline dönüşüyor. Belediye binasından müzik yayını yapılmasının ve binaları renkten renge boyayan ışık gösterilerinin de bu eğlenceli atmosfere katkısı büyük… İstanbul’da yaşayan bir Türk olarak bu kadar çok genci bir arada görünce ne zaman nereden biber gazı çıkacak diye düşünmeden edemedim…


Deniz ürünü cenneti

Brüksel’in beni en çok hayrete düşüren bir yanı da deniz ürünü satan restoranları çokluğu ve bu yiyeceklerin lezizliği oldu… Belçika’nın denize kıyısı toplam 75 km ile sınırlı olsa da mutfakları deniz ürünü egemenliği altında… Midye, istiridye, ıstakoz, yengeç, envai çeşit balık Brüksel’de en kolay bulabileceğiniz yemekler. Kalite fiyat orantısı ise gayet makul… İstanbul’da benzeri deniz ürünlerini Brüksel’dekinin 3 katı fiyatına yersiniz…






Nerede ne yenir?

İlk olarak Aux Armes Brusssels adında bir restorandan bahsedeceğim. Mekân Brüksel merkezin ortasında bizim Beyoğlu’nun eski haline benzeyen (dışarıda masalar olan hali diyeyim) cıvıl cıvıl bir sokakta… Geleneksel Belçika mutfağına sahip mönüsünün spesiyalitesi midyeler… Ben midyelerimi moules a la planche istedim; yani domates, maydanoz ve sarmısaklı bir sosla pişirilmiş şekilde. Kocaman bir tabakta gelen midyeleri önce çıtır çıtır yiyorsunuz sonra da dibinde kalan suyu kaşıkla çorba misali içiyorsunuz… Denemeden dönmeyin… Brüksel’de sözü edilmeye değer ikinci restoran deneyimim ise Belga Queen isimli mekân. Çok çeşitli deniz ürünlerinden oluşan bir kişilik porsiyonu rahatlıkla 2 kişinin yiyebileceği bir mönüsü var. Şahane bir atmosfer ve servisi var… Gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmak lazım; aksi halde yer bulmak zor. Deniz mahsulü tabağında bir tek mini mini deniz



Deniz mahsullerinin yanı sıra Belçika bira ve çikolata severler için de bir cennet… Çikolata satan dükkânların bazılarında istediğiniz çikolatalardan almak ve kilo hesabıyla ödemek mümkün. Restoranlarda hangisini seçeceğinizi bilemediğiniz onlarca çeşit bira seçeneği var… Çikolata ve dantel turistler tarafından en çok rağbet gören hediyelikler…


Dünyada French Fries olarak ün yapmış patates kızartması konusunda da iddialılar. French Fries’ın bir algı hatası olduğunu, bunun orijinalinin Belgian Fries olduğunu, en iyi patates kızartmasının Belçika’da yeneceğini iddia ediyorlar…




İlham veren bir kadın

Yonca Tokbaş ile bu gezide tanıştım… Allahım o nasıl bir enerji… Hani bazı insanlar vardır; girdiği ortamı hemen etkisi altına alır, en çok o konuşur, siparişleri o verir filan… Yonca tam da böyle bir kadın. Anne ve yazar olmasının yanı sıra bir de maraton koşucusu kimliği var ki (en son çocukluğumda bir yerden bir yere koşmuş olsam da) Yonca ile tanıştıktan sonra, “Acaba ben de mi koşsam?” diye düşünmeye başladım… Enerjisi bu kadar yüksek olduğu için mi koşuyor yoksa koştuğu için mi bu kadar enerjik bilemiyorum ama bu enerjiyle kendisiyle tanışan birçok insanı harekete geçirebilir diye düşünüyorum… (Büyük meydanda Uzakdoğulu bir gruba halay çektirdiğini de söylemeden geçemeyeceğim…)



Avrupa’nın en iyisi?!

Seyahatin en korkunç yanı dönüşte havaalanında yaşamak zorunda kaldığımız eziyetti bana kalırsa… Uçağın kalkışından üç saat önce Brüksel havaalanına varan minik kafilemiz check-in bankosunu bulabildiğinde akıl almaz bir kalabalığın içine düştük. Brüksel’den İstanbul aktarmalı hacca gidecek olan yüzlerce hacı adayı bizimle aynı uçağa binmek üzere check-in sırasındaydılar… Bu kalabalığa ve yoğunluğa rağmen THY minimum sayıda banko açmıştı ve hatta açık bankolarda da bitmeyen bir teknik arıza vardı… Elektronik check-in yaptırmış olmamıza rağmen uçuş kartımızı almak için 1 saat 45 dakika sırada beklememiz gerekti. Ne bagajsız yolcu için bir kolaylık sağlanmış, ne de bu kadar yoğun olacağı önceden bilinen bir uçuş için öncesinde işlet rahat yürüsün diye önlem alınmıştı… Bana kalırsa “Avrupa’nın en iyisi” olduğunu iddia eden bir havayolu şirketi için büyük bir hataydı bu… Neticede uçağın ne kadar kalabalık olduğu belli; THY de medyumlarla değil mühendislerle çalışıyor olsa gerek… Birkaç ekstra önlem ile ne hacı adayları ne de biz eziyete maruz kalırdık…


Yazı: Damla Çeliktaban

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.