Tam 6 yıl önceydi... Kasım 2010'da, seyyar sebze-meyve satıcılığı yapan Tunuslu Muhammed Buazizi, satış arabasına polisin el koyması üzerine kendini yaktı. Ülkesindeki yolsuzluk ve kötü yaşam koşullarını protesto eden Buazizi'nin bu eyleminden sonra başta Sidi Bouzid'de (Sidi Bu Zeyd) olmak üzere Tunus'ta protestolar başladı ve olaylar bir halk ayaklanmasına dönüştü. Yasemin Devrimi adını alan protestolar, Ocak 2011'de Tunus'taki 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali rejiminin sona ermesine yol açtı. Ve Arap Baharı, Tunus ile sınırlı kalmadı. Mısır'da Hüsnü Mübarek rejimi, Libya'da Kaddafi rejimi son buldu. Suriye'de Esad rejimi hala direniyor. Suriye ve Irak'tan Türkiye'ye 3 milyona yakın mülteci geldi.





Geçen yaz, tam da Yasemin Devrimi'nin, daha doğrusu Tunus Baharı'nın başladığı yer olan Habib Burgiba Caddesi'ndeydik. Land Rover Adventure Türkiye olarak 9'uncusunu gerçekleştirdiğimiz maceralı gezimiz nedeniyle İstanbul'dan Yunanistan'a, oradan İtalya ve Sicilya'ya, oradan da Palermo'da bir gemiye binip 30 saatten fazla süren gemi yolculuğundan sonra Tunus'un başkenti Tunis'e gelmiştik. İstanbul'dan ayrılalı 11 gün olmuştu. Gemi tutunca çoluk çocuk, sersefil bir şekilde ulaştığımız Tunus, hepimiz için Afrika demekti. Hayalimizdi. Defender araçlarımızla binlerce kilometre yapmış, dağları aşmış, denizleri geçmiş nihayet Asya ve Avrupa'nın dışında yeni bir kıtaya ayak basmıştık.






Türkler her yerde

Akşamüzeri şehri turlarken yemek için etrafa bakınırken Tunİstanbul Restoran'ı görünce, burada da mı varız, diye birbirimize baktık. Evet, Muhammet Ramazan Çakar, yıllardır burada Türk işi döner ve pizza yapıyordu. Ayrıca restoranına verdiği "Tunİstanbul" ismiyle Tunis ile İstanbul'u ne de güzel birbirine bağlamıştı... Maklub ve yufka ekmekli Libiani yedik. Muhammed, karnımız doyurmakla kalmadı, bize bir de Türk çayı demledi ve ekledi: "Bakın bu cadde, Habib Burgiva Caddesi. Tunus Baharı bu meydanda başladı."





Muhammet'in restoranı tam da bu meydana bakıyordu. Burası aslında geniş bir bulvar ve ortasında iki tarafı ağaçlı bir meydan, meydanın sonunda ise bir saat kulesi vardı. Bu kule, Zeynel Abidin Bin Ali şerefine yapılmış. Bin Ali, Yasemin Devrimi'nden sonra 14 Ocak'ta ülkeden kaçmış. Meydana da 14 Ocak Meydanı adı verilmiş.


Örnek oldu

Olaylar hepimizin hafızalarında... Biraz internette gezinip araştırınca da birçok bilgiyle karşılaşılıyor. Mesela wikipedia.org'da devrim şöyle tanımlanıyor:

"Yasemin Devrimi, Tunus'un birçok şehrinde gerçekleşen protestolardır. Protestocuların hedef aldığı başlıca konular, işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü ve kötü yaşam koşulları olmakla beraber, 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali'nin başkanlığı bırakıp 14 Ocak 2011'de ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan olaylar bütünüdür."



Aktivistler sosyal medyayı kullandı

Bu ayaklanmaların böylesi sonuçlar elde etmesinde sosyal medyanın büyük etkisi oldu. Bu nedenle kimileri Twitter Devrimi, kimileri de Wikileaks Devrimi dedi bu olanlara. Ülkede internet kısıtlı olmasına rağmen Tunuslu aktivitistler, Twitter'dan yaptıkları yayınlarla Buazizi için büyük destek gördüler. Yasemin Devrimi, tüm dünyada üniversite okumuş, genç nüfusun fazla olduğu ülkeler için örnek oldu. Gitgide artan internet özgürlüğü ise birçok genç için hayata tutunmanın bir yolu. Yeter ki umutlar sönmesin.


Denizin üzerinde 13,5 km'lik yol

Muhammed'in restoranında yemek molası ve çay keyfinden sonra bize geceyi geçirecek bir yer önermesini istedik. Evinin yakınında bir kumsal olduğunu, Defender'ları park ederek geceyi orada geçirebileceğimizi söyledi. İşinin bitmesi bekledik, restoranını kapattı ve pikap arabasına binip bize yol gösteremeye başladı. Hem karayolu hem de demiryolunun olduğu ve denizin ortasından gidilen bir yoldan Muhammed'i takip etmeye başladık. Bu yol 13,5 kilometrelikmiş ve araç telsizlerimiz çalışmıyor. Bu yolu bitirdik, neyse ki uzak değilmiş, kumsala geldik. Hepimiz çok yorgunduk ve çoğumuz çadır bile kurmadan uykuya daldık.




Sabah, güneşle birlikte gözümü açtığımda, Muhammet'in arabası gözüme takıldı. Uyandığımızı görünce direksiyondan yan koltuğundaki açık pencereye eğilip, "Ben işe gidiyorum, kalın sağlıcakla" dedi. El salladık ve gitti. Vedası, bu sözler oldu. Hayatımıza bir akşam girdi ve gecenin sabahında arabasıyla gaza basıp gitti. Onu sanırım bir daha göremeyeceğiz. Öğleye kadar o kumsalda oyalandık. Bu kumsalda, hayatımın en tatlı gülen çocuğuyla karşılaştım. Bizim çocukların topunu görmüş, yanıma gelip ısrarla istemişti. Her an gidebileceğimizi söylememe rağmen ısrar edince, verdim; gülümsemesi, gözlerindeki ışıltılı bakışı ve sevinçle kumlara doğru koşturup topu ayağında sektirmesi görülmeye değerdi. Saat 12:00'de hareket ettik, hedef Hammamet.


Rüzgarı serin esiyor

Hava sıcak, ama İtalya'ya göre serin. Kuzeyden serin serin rüzgar esiyor. Şaşırıyorum. Yine de camlarımız açık, gidiyoruz. 1.5 saat sonra Hammamet'e varıyoruz. Görüntü Akdeniz, doku bizim Güneydoğu...





Hediyelikler satılıyor. Kalesi var. Kale içine Medinâ, diyorlar... Binalar mavi ve beyaza boyanmış. Bizi gezdirmek isteyen bazı insanlar çevremizde dolaşıyor. Bu arada da anlatıyorlar; mavi denizi, beyaz ise güneşi simgelermiş. Bazı evlerin duvarları eflatuna boyalı, üzerlerinde balık figürleri var, çok güzel. Bizim Kapalıçarşı gibi dükkanlarda hediyelikler var. Çeşit çeşit kumaşlar, örtüler, deri eşyalar, seramik tabaklar... El işi desenli mavili derin yemek kapları, deve derisinden çanta ve terlikler ilginçti. Terlikler 3, çantalarsa 10 Dinar.




Her şey mavi-beyaz

Şöyle bir turluyoruz kalenin içinde, sonra yarım saat uzaklıktaki Sidi Bou Said'e yöneliyoruz. Sanki bizim Alaçatı'ya benzer turistik bir kasaba. Tüm binalar beyaz ve mavi renklerle bezenmiş. Ellerinde boya şişeleriyle geçici dövme yapan kadınlar, küçük restoranlar, butik oteller, halıcılar, hediyelikçiler ve kurutulmuş yasemin çiçeklerinden kolyeler ve minik buketler satan çocuklar... Hepsi de bir şeyler satmak için dikkatimizi çekmeye çalışıyor. Yanımızda yürüyor, laf atıyor, hızlarını alamayıp elimizden kolumuzdan tutup çekeliyorlar... Peşimize takılan dövmeci kadınlardan kurtulamıyorum, uzatıyorum kolumu...


Serin serin esen rüzgar, arada burnuma taze yasemin kokusu getiriyor. Bu kokuyu ne zaman duysam, Tunus'u ve Yasemin Devrimi'ni hatırlayacağım.



Hayriye Mengüç







Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.