Yaptım ama hiç güzel olmamış

Onun evindeyiz. Masada üç kadın oturuyoruz. Bir sürü yemek hazırlamış. Mercimek çorbası, balık, pilav, salata. Söylerken basit geliyor ama değil. İki misafir çok mutluyuz. Tattıklarımızı nasıl da sevdiğimizi, o an nasıl mutlu olduğumuzu söylemeden edemiyoruz. O da her seferinde itiraz ediyor.

Çorba kıştan değil, gerçekten içine kattığı baharatlardan ötürü muhteşem.

“Mmm... Çok güzel olmuş.”

“Kurkuması az oldu.”

“Balığın sosunda ne var?”

Kızartırken eklediği baharatı sos zannediyorum, sonra da buna pişman oluyorum.

“Evet, sos da yapmalıydım, böyle hiç olmadı” diyor.

Hayatımda yediğim belki de en güzel pilav.

“Safranı fazla değil mi?” diye soruyor.

Salatanın suyunu çabuk saldığını söylüyor. Az bulduğu kurkuma, yapmadığı balık sosu, fazla bulduğu safran yüzünden tek tek özür diliyor. Arada gidip birkaç baharat getiriyor.

“Bundan da serpin biraz isterseniz.”


Öteki misafirin yüzündeki his, içimdekinin karşılığı. Huzursuzum. Acaba hiç yorum yapmasaydım daha mı iyi olurdu? Severek, özenerek hazırladığı yemekleri lezzetli, hatta muhteşem bulduğumu söylemeseydim, acaba daha mı iyi ederdim? Ama o zaman da nezaketsizlik olmaz mıydı? Bunları düşünürken yorulduğumu hissediyorum.


Yemek, iki misafirin reddedilen övgüleriyle bitiyor. Tatlıyı getirip mutfağa gidiyor. Mutfak, küçücük odanın içinde, bir bölmenin arkasında gizli. Bulaşık yıkamaya başlıyor.

“Sonra beraber yıkarız” diyoruz.

“Olmaz, sonra kokar, uyumadan önce yıkamak lazım” diyor.

Haklı, yatmadan önce yıkamak lazım, ama yemekten hemen sonra mı? Tatlılar önümüzde dururken mi? Tatlı sohbeti kesip mi?

“Sensiz olmaz, yoksa tatlıya başlayamayız” diye ısrar ediyoruz iki misafir.

Ne var ki başarılı olamıyoruz.

Konuşuyoruz bir yandan, ama onu göremiyoruz. Halbuki seviyoruz ikimiz de onu, onun evinde, sofrasında onunla birlikte olmak istiyoruz. Yoksa ne işimiz var ki o gece orada?


Tatlıları onsuz yiyoruz.

“Çok güzel olmuş” derken tedirginiz.

Nitekim,

“Şekeri nasıl?” diyor.


Sadece hazırladığı yemekle sınırlı değil bu hal. Giydiği yeni pantolon, kilo vermiş hali, saçının değiştirdiği rengi, konuştuğu yabancı dil, geçtiği sınav... Pantolonun paçaları fazla geniş, kilo vermiş hali sağlıksız, saçının rengi fazla açık, aksanı kulağı tırmalıyor, sınavdan sonuçları daha iyi olabilirdi.


Bir biçimde yaptıklarını değersiz, önemsiz, yetersiz buluyor. Ortaya koyduklarıyla fark edilmek, takdir edilmek istiyor aslında herkes gibi, ama bunları hak ettiğine asla inanmıyor. Yaptığı en güzel, en iyi şeyi bile eleştiriyor. Bu da karşısındakinin –onu ne kadar severse sevsin– içini şişiriyor.


İnsanın kendine ve ürettiklerine dair duyduğu güzel sözleri reddetmesinin üç sonucu var. Bir, iç şişmesinden ötürü daha az bakılmak, dolayısıyla daha az fark edilmek. İki, ilk sonuçtan ötürü bu güzel sözleri daha az duymak, yani daha az takdir edilmek. Üç, yine ilk sebepten ötürü yanında fazla zaman geçirilmek istenmeyen kişi olmak.


Fakat bu durum ona özgü değil. Zaman zaman hepimiz, bazı ürettiklerimiz konusunda, farkına varmadan aynı biçimde davranıyor ve benzer sonuçlarla karşılaşıyor olabiliriz. Dikkat etmek lazım.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Çok doğru bazı insanlara ne kadar yaptıklarının güzel olduğunu söyleseniz de onlar hep kendilerinde eksik bulup eleştiriyor..hiç bir şeyden memnun olmuyor.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.