Saygılı doğum

Amerika’da, 20 yüzyılın başlarına kadar doğum, evde, ebe eşliğinde gerçekleşen bir doğal olaymış. 1900’lü yıllarla birlikte hastaneye geçiş başlamış. Ancak o yıllarda bakteriler henüz keşfedilmediğinden, doktorlar da hastalar arasında ellerini yıkama ihtiyacı hissetmediklerinden, doğumda ölüm oranları oldukça yüksekmiş. O kadar ki, evde doğum sırasında hayatta kalma şansı, hastane doğumlarına oranla çok daha fazlaymış.


Kadınların, uzun bir süre boyunca kaliteli çarşafların olduğu hastane yatakları yerine kendi köhne evlerinde doğum yapmayı tercih etmelerinin, bu hayati riskin yanı sıra birkaç sebebi daha varmış: Güven... Samimiyet...Tanıdıklık... Kadınlar, hastane personelinin samimiyetsiz ve tepeden bakan tavırlarına, evde, kadın arkadaşlarının, kız kardeşlerinin yakınlığını tercih etmişler.


Gel gör ki tüm bunlara rağmen -ve hijyen koşullarının da ilerlemesiyle- Amerika’da 1900’lü yılların başında %5 olan hastanede doğum oranı 1930’larda %50’ye, 1960’larda ise %100’e yaklaşan bir orana yükselmiş*.


Türkiye şartlarında, günümüzde hastanede doğal doğuma ağır da olsa bir dönüş yaşanıyor olsa ve hatta ‘evde doğum’ kavramı yeniden telaffuz edilmeye başlansa da daha kat edecek çok yolumuz var. Bunun sebebi de doğumun, ister ‘doğal’ olsun ister ‘ultrasüpersonik’, en büyük elementinin ‘saygı’ olması.


‘Doğana, doğurana, doğuma, doğum ekibine saygılı doğumlar için’ bir eylem gerçekleştirilecek bu hafta sonu... 3 Mayıs Pazar günü saat 15:00’te, Beşiktaş Meydanı’nda bir araya gelecek tüm ebeler, gebeler ve bebeler, doulalar, doktorlar ve daha niceleri, ‘doğumda saygı’ya dikkat çekmek için yürüyecekler.


Kime, ne için saygı peki?


1) Doğana saygı: Bebeğe güvenmekle, nasıl doğacağını bildiğine inanmakla başlıyor bu... Tıbbi bir zorunluluk yoksa doğum tarihini bebeğin kendisinin belirlemesine izin vermekle devam ediyor. Ardından onu nasıl karşıladığınız konusu geliyor... İster vajinadan çıksın bebek, ister karından, 9 aydır yaşadığı sıcak, karanlık ortamdan dünyaya doğduğunda onu parlak ameliyat hane ışıklarıyla, poposuna vurup ağlatarak değil, annesinin teniyle temas ettirerek, sessizce, sakince karşılamak en iyisi...

2) Doğurana saygı: Kadına, kadınlığa, kadın vücuduna güvenmekle başlıyor, tıbbi bir zorunluluk yoksa kadının bedenine müdahale etmemekle devam ediyor. Müdahale edilmesi gerektiğinde ne gibi müdahaleler yapılacağını, bunların neden yapıldığını anlatmak, ona güven vermek olması gereken ancak atlanan uygulamalar... Kadının bedenine ve mahremiyetine saygı duymak, bırak ondan habersiz vajinasını kesmeyi, ona izinsiz dokunmamayı gerektiriyor.

3) Doğuma saygı: Doğuma güvenmek doğaya güvenmekle, doğumun kendi halinde bırakıldığında kendiliğinden gerçekleşebildiğine inanmakla başlıyor. Doğumun desteğe ihtiyacı olduğunda eşsiz bir nimet olan teknoloji, gereksiz kullanıldığı zaman ‘rahatsızlık verici’nin ötesinde sonuçlara yol açabiliyor.

4) Doğum ekibine güvenmek: Anne adayıyla aynı dili konuşan bir doğum ekibini bulmakla başlıyor... SSVD arayışında olan bir kadınsanız örneğin, doğumları planlı sezaryenle yapmakla ünlü bir doktor sizin de doğumunuzu sezaryenle yapmayı teklif ettiğinde onu suçlayamazsınız. Ayıplayabilirsiniz ama suçlayamazsınız. Sizinle aynı ‘doğum dilini’ konuşan bir ekip bulmakla başlamalısınız işe... Doktorsa doktor, doula’ysa doula, ebeyse ebe... Tercihlerinizi ortaya koyup birbirinizi anladığınızdan emin olduktan sonra da geri çekilip sürecin akışına bırakabilirsiniz kendinizi...


Bütün bunları Türkiye’deki doğum koşullarından bağımsız konuşmak elbette mümkün değil. Sağlık Bakanlığı’nın planlı sezaryene karşı takındığı tavır cesaret verici olsa da, altını yeterince doldurmadan atılan her adım havada kalacaktır. Hele devlet politikanızı ‘en az üç çocuk’tan yola çıkarak şekillendiriyor ve sezaryeni çocuk sayısıyla ilişkilendirerek engelliyor, bir yandan ‘sezaryenle doğum yaptıran doktorları cezalandıracağız’ deyip bir yandan da o doktorları normal doğum konusunda bilgilendirmiyor, donatmıyorsanız o zaman size hayatta başarılar.


Doğuma saygı, kadına saygıyla başlar. Kadına saygı da onu insan olarak görmekle başlar, kuluçka makinesi değil.


Kadınların can güvenliğinin tehdit altında olduğu bir ülkede, daha kat edecek çok yolumuz var.


3 Mayıs’taki Doğum için El Ele eylemi, bu uzun yoldaki mücadelelerden biri olması adına oldukça önemli...



* ‘Get Me Out – A History of Childbirth – from the Garden of Eden to the Sperm Bank’, Randi Hutter Epstein, Norton, 2010

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.