Polis Haftası ve Babam


Babamla buluşacağım Taksim'de.


Günü de yanlış mı seçmişiz ne?


Delirmiş gibi yağmur yağıyor. Buluşacağız, alıp vereceklerimiz var birbirimize.


Hadi söyleyeyim, babamdan hala harçlık alıyorum da ondan buluşacağız.



Bu duruma ben çok üzülüyorum, ama o sanki dert etmiyor, etse de çaktırmıyor, aslandır benim babam. Aslandır da antika huyları da vardır.


Malum Arnavut kendisi. Kuralları kendi belirler, isterse yürürlüğe sokar, isterse kaldırır. Cep telefonunu hiç sevmez, cep telefonunda çok konuşanı hiç sevmez.


"Dünyanın hali bu belli mi olur?" diye başlayan ve sonsuz seçeneklerle çoğaltılan aile defansı yüzünden laf olsun diye taşır. Ama mecbur kalmış arıyor, "Kızım çok trafik, soğukta durma, bekle geliyorum!"




Her yer bayraklar, balonlar, genç polisler ellerinde tazeliği dün geceden kalmış, solmaya yüz tutmuş karanfillerle meydana koşuyor.


Şehrimizde Polis Bayramı kutlanıyor.


Coşkulu kutlamalar başlayacak, platformlar hazır, her şey hazır da hava bu, yağmur öyle bir polis anonsuyla durmaz. Aksine daha da sert yağmaya başlıyor.


Babam "Soğukta bekleme" dedi ya, çok parlak bir fikir bulmuşcasına, kendimi Polis Sergisi'nin bulunduğu çadıra atıyorum. Geçen sene de gezmiştim.



Bakalım bu sene bir değişiklik var mı?


Kapıdaki genç polis, "Sizi bayan arkadaşım arayacak" diyor. Bu "Bayan" lafının kullanımını biz engelleyemeyeceğiz arkadaş, "Barışmak lazım herhalde" diyorum içimden...



Aranmaya alışığız da çantam lüzumundan fazla aranıyor. Hadi şimdi tatsızlık çıkmasın, aldırmıyorum, "bayan" polis bana belki de "Bakın biz ne kadar da sizin güvenliğiniz için işimizi ciddiye alıyoruz." demek istiyor.



Güven testine girmeye gerek yok, canı sağolsun da çantamdaki sakızlara uzun uzun bakmasını anlamıyorum. Canı çektiyse de bilmiyorum, polise sakız ikram edecek kadar absürdleştirmenin lüzumu yok hayatı...




İçerde sergi görünce koşmaya programlı çocuklar. Kapıdaki polisler o kadar çok balon, bayrak dağıtmış ki, sergi değil, Disneyland'e dönmüş içerisi. Son seste bir müzik, hani şu, "çıppa çıppa dididididit çıppa çıppa" tarzı bir şey. Benim tarzım değil, ama Barry White çalmasını da beklemiyorum.


Geçen seneki gibi ilk masa Çocuk Polisi masası, yanında Kanka maskotu var.


Kanka maskotunun daha evvel içinde bir arkadaş vardı, bu sene o maskot boş, yani soru sorsanız boşlukla konuşursunuz. Nedense buna seviniyorum, iyi bir gelişme, çünkü değil içinde yanında durulacak bir şey değil. Allah günah yazmasın, bayağı tipsiz. Ama sarılıp poz veren çocuklar var.


Bir de küçük bir kız, polis ablaları gibi giyinmiş, halkın sorularına yanıt veriyor, ablalarından aldığı kopyalarla. Bu çocukların şövalye, Darth Vader filan olmasını anlıyorum da her çocuğun her kılığa sokulma konseptini sevemiyorum. Ama sünnetine de general gibi giden çocuklar var, konuyu geçelim, derin mevzu. Halkın sorular sorması ise zaten başlıbaşına bir anormallik. Yahu çocuk bu nerden bilsin, ama bizim halk sevdi bu interaktif ortamları!


İngilizce konuşmalar duyuyorum, "Yeah, it's really interesting, the bombs..."u duyunca bana bir mahcubiyet basıyor. Şimdi gidip, "Terör, asayiş, cinayet..." diye başlayıp, onlara İngilizce konuşan Arka Sokaklar figüranı gibi davranmanın manası yok. Kaldı ki zaten neyin neresini anlatacağım, "Yeah pepper gas hurts..." diye benden ancak Radiohead parçası çıkar. O bestemi de isterlerse Behzat Ç'ye satarım, Arka Sokaklar'cı değilim...


Olay yeri inceleme masasına gidiyorum, başında iki küçük çocuk. Bir tanesi polis ablasıyla konuşuyor. "Ben Yugoslavya'dan geldim. Bütün silahları bilirim."


Abla, "Anlat bakalım, nereden biliyorsun?" derken yanındaki başka bir küçük çocuğu da ben farkediyorum.Yaşları 12-14'tür en fazla. Okul kırılmış besbelli, günlerini polis sergisiyle taçlandırıyorlar.



O Yugoslavya'dan gelen çocuk anlattıkça ablanın yüzü değişiyor, yanındakini ayaküstü sorguya tutuyor: "Kim bu? Nereden tanıştınız? İyi arkadaşın mı? Ne, internetten mi tanıştınız? Sen niye onunla bu sergiye geldin? O niye geldi?" Yugoslav çocuk çoktan masadan uzaklaşmış, öteki tatlı tatlı "Biz artık internetten tanışabiliyoruz, hem o bütün silahları biliyor" deyince, abla benim de onaylayan bakışlarımı almak istercesine, bir ona bir bana bakıyor.



"İnternetten tanıştıklarına güvenme olur mu ablacım, söz mü ablacım?" diyor. Küçük oğlan da "Tamam, söz" diyor. Ve arkadaşının peşinden koşuyor. Polis abla bana bakıp "Ahhh ahhh" diyor.



Masada Behzat Ç. stickerları. "Her temas iz bırakır". "Alabilirsiniz onlardan! Ben de ayakkabı tabanı maketine bakıyorum. Benim aklıma o taban bir tek Hrant Dink'i getiriyor, sergideki mahcubiyet düzeyim giderek artıyor.




Asayiş Şube Müdürlüğü'nün önünde piyangocu taklidi yapan polis arkadaşla günaydınlaşıyoruz. Her sene piyangocu, henüz bir simitçi kadrosu açılmamış besbelli! Çevik Kuvvet masasında da bir arkadaş boy boy biber gazlarıyla gelen soruları bekliyor.


Duruyorum önünde, "Hoşgeldiniz" diyor. "Hoşbulduk." "Bu küçükleri mi sıkıyorsunuz göstericilere" diyorum, "Yok bunları değil, şu gördüğünle sıkıyoruz ablacım" diyor. "Bir de şu boylar var. Çünkü hepsinin menzili çeşitli, biz göstericilere şu büyükleri kullanıyoruz." "Ha ne güzel" dememi mi bekliyor, bilemem. Anlatmaya devam ediyor, "Bunlar dışardan geliyor"



Hay allah, "Yerli Malı Yurdun Malı Her Türk Onu Kullanmalı" bir biber gazımız yok yani. Yabancı Şube Müdürlüğü yine geçen seneki gibi bijuteri, zira göçmenlere yaptırılan kolyeler burada sergileniyor. Yok bu köşe bana her sene ağır geliyor, mahcubiyet tansiyon gibiymiş, giderek yükseliyor.




Telefonum çalıyor. Arayan babam, sorusu sabit: "Kızım neredesin?" "Sergideydim, bitti, çıkıyorum" diyorum. "Hadi bekliyorum" deyip kapatıyor. Yanına gidince, "Neredeydin?" diye bir daha soruyor. Besbelli dinlemeden kapamış yine telefonu. "Meydandaki polis sergisindeydim" deyince, şöyle kafasını hafif yana çevirip, sol elini hafif havalandırıyor. Bunun anlamı belli: "Kızım abidik gubidik işler peşinde koşmakta üstüne yok!" "Hadi benim acelem var, Baro'da işim var bugün" diyor.




Karşımda avukat babam, arkamda polis sergisi. Binlerce mavi, kırmızı, beyaz balon havaya uçuruluyor. "İnternete çok güvenme e mi ablacım?" diyen polis ablanın lafı kulağımda, gazeteye gelince internette bir haber görüyorum.


Haber şu: 2004 yılındaki NATO Zirvesi sırasında, Mecidiyeköy'deki gösterilerde polis 30 metre boyunca Ahmet Güneş'in ağzının içi ve burnuna biber gazı sıkmış. Öyle bir gaz ki, hastaneye gittiğinde Ahmet Güneş'e doktorlar bile yanaşamamış, boğazı hala tahriş içinde, aradan geçmiş 8 yıl. Olay AİHM'e taşınacak gibi duruyor.




Şimdi ben internete mi, polise mi yoksa hayatta sadece babama mı güveneyim?


İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz, benim cevabım belli!

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.