Medeniyet sandığım Tarkan’mış…

Tamamen delirmiş olabilirim.


Kendimi, kendimle konuşurken buluyorum.


Devreler yandı yanacak derken yandı.

Tatil yapmayı sevmediğimden ve aslında tatil yapmaya bile üşenen bir insan olduğumdan mecburi kafa iznindeyim. Bir hafta. Yeter de artar.


Amsterdam’a geldik beyimle. Arkadaşlarımızın yamacına yerleştik. Tonla macerayla. Gıcık gıcık “Hadi o işi de sen hallet” konuşmalarıyla. Ve hatta “Schengen vizesi için yeni fotoğraf isterlerse çektiremem, onlara söyle, sakallarımı kesemem” diye başlayan bir macera…


“Onlara söyle” dediği, Avrupa Birliği.

“Yırtarım raporu, atarım çöpe, Avrupa Birliği de neymiş” diyen bakanın varsa, e o da “sakallarımı kesmem” diyebilir. Mantıklı.


Bu hikâyenin mantıksızı benim zaten.

Çünkü obsesif kompulsiv eğilimler gösteren kişiliğim ve ben seyahatlere beraber çıkıyoruz.


Bir obsesif kompulsif ne yapar?


Mesela, evde ütüyü fişte mi bıraktım sorusundan kurtulabilmesi için ütüyü de yanında gezdirmesi gerekir.


Yani bu hikayenin obsesif kompulsifi de benim.

Ütü burada metafor.


Yani gerçekten ütüyle değil, geride, İstanbul’da ne bırakmam gerekiyorsa bırakmıyorum onlar da benimle geziyor. Bana zimmetlendi çünkü bizim oraların derdi…


Yazık günah. İnanmayabilirsiniz de burada -sırtımda- minik bir Suna Pekuysal kamburuyla dolaşıyorum. Belki de uykumda gözlerime Nuri Bilge Ceylan kamerası taktılar. Sanki dünyam rengârenkken şimdi sepya, sarı siyah. Uzun sessizlikler, diyalogsuz geçen dakikalar ve sonra bir iç çekmesi durumundan bahsediyorum.


Güzel bir kahvedeyiz mesela, tek ihtiyacım olan sessizlik, duruyorum duruyorum, ağzımı açtığım anda bir Zeki Demirkubuz senaryosu çıkıyor içimden.


Yanıma dönüyorum ve “Ya öyle işte, bizde böyle değil ama bu işler…” deyiveriyorum.



Çünkü bizde öyle değil işler.


Burada insanlar nasıl bir sabaha kalkacaklarını az çok bir gece önceden biliyorlar. Ve ben galiba buna sinir oluyorum.


Soruyorum, “şu sıralar kentte ülkede neye sinir oluyorsunuz?” diye.



Herkes uzun uzun düşünüyor.

“Yaa galiba bir sıkıntımız yok. Ha, geçtiğimiz gün burada çok önemli bir artist öldü, kalp krizi geçirdi, 50 yaşında öldüğü için onu konuşuyoruz!”


Bu beni keser mi?


Biz çocukları gömmüşüz 30 yıl evvel ve hala gömüyoruz.


Allah toprağını bol etsin. “Başka?” diyorum.


“Ha bir de noel yaklaştığı için sokaklarda dolaşan küçük siyah çocuklar göreceksin. Onlar işte siyah Pete’ler. Onlara karşıyız! Siyah gördüğün çocuklar aslında beyaz. Beyazlar kendilerini boyuyor, suratlarını siyaha, dudaklarını kırmızıya, Santa’nın kölesi gibi dolaşıyorlar, böyle bir bayramımız var. Ama bu ırkçılık, sevmiyoruz”


Bir şair çocuk başlatmış bu tartışmayı da…


Quinsy Gario.


Facebook’ta gitmiş “Siyah Pete ırkçılıktır” demiş. Ortalık birbirine girmiş.


Pete’çilerle Pete’çi olmayanların kavgası devam ediyor. Peki, Quinsy’nin başına bir şey gelmiş mi? Çünkü işin içinde dini bir bayram var. İşin içinde çocuklar var. İşin içinde suratını, gözünü siyaha boyamak var. Yani gözaltına bile alınmamış mı?


Facebook hesabı kapatılmamış mı? Yoo, duruyormuş çocuk. İşin içinde bir fıs bile biber gazı yoksa, bizde tutmaz bu senaryo.


Yok, mu şehirde içip içip dağıtan turistlere karşı bir protesto gösterisi, gideyim hemen yanlarına. O da yok. Yok, gerçekten hiçbir şey yok. Duruyorlar.


Huzursuz bacak sendromuma rağmen ben de duruyorum. Arkadaşlarım tanıyor ya, bir tanesi, “Sen seversin Tropen Museum var, medeniyetler müzesi, koş oraya” diyor. Koşuyorum. Harika bir yer. Günlerce müzenin ortasında oturabilirim, defalarca kabilelerin çadırlarına girip çıkabilir, vudu bebeklerinin önünden tırsaklığım yüzünden- her seferinde hızlıca koşabilirim.


Ama işte dedim ya. Sırtımda Suna Pekuysal kamburu var diye…


Medeniyetler Müzesi’nde bir köşe. Köşenin adı: Arabesk. Duvarda fotoğraflar: Orhan Gencebay, Seda Sayan, Serdar Ortaç, Mustafa Sandal.

Bir de ekran. Bas numaraya, gelsin klip. 6 numarada Tarkan’dan Dudu.


Dünyanın en büyük etnografya müzesinde Tarkan’ın sesi, “Ağlamadan ayrılık olmaz…”


Müzenin görevlisi rutin kontrolünde, beni dans ederken görüp gülüyor, “İtalyan mısınız?” diyor. “Türküm” diyorum. “Aa Türkiye harika, İstanbul harika” diyor.


Ya diyorum evet harika…


Medeniyet dediğin de Tarkan zaten.


Kutuplara gitsem yetmeyecek.

Kafa iznim devam ediyor.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.