Talihte bugün

Talihe inanır mısınız? Talih diyorum çünkü bunun şansla bir ilgisi yok. Ben bir iki gündür inanıyorum. Öyle sıkı sıkıya değil belki ama hayatın aslında bambaşka bir şey olduğunu sezecek kadar.


Ne zaman oturup bir şey içmeye kalksam oralarda bir yerde oluyor. Beklemediğim bir anda göz göze geliyoruz. Bu onun için çok önemli. Ona göre işinin sırrı bu. Yanıma geliyor, yarın çekiliyor, bilet alır mısınız, diyor ve istemediğimi söyleyince dönüp gidiyor. Israr yok. Bir sitem yok. Ne yüzünde, ne tavırlarında en ufak bir memnuniyetsizlik yok. Bir sonraki karşılaşmamızda yine aynı.


Hayatım boyunca bir piyango bileti almadım. Şansın matematiksel bir şey olduğunu düşünürüm ve umudun her şekilde sömürüldüğü bir dünyada, bir de olasılık tarafından sömürülmesinden hoşlanmam. Onu görünce de fikrim değişmiyor.


Sloganı basit: Almazsan çıkmaz, diyor. Karşılıklı gülümsüyoruz ve her zaman olduğu gibi diğer masaları dolaşmak için yanımdan ayrılıyor.


Bilet almazsan kazanma şansın yoktur ama bu talihsiz olduğun anlamına gelmez. Peki talih bu durumun neresinde? İşte ben de onu anlatıyorum.


Bazen hikâye seni bulur. Ben, bir süredir farkında olmadan gözlemlediğim biletçi hakkında düşünürken arkadaşım onunla selamlaşıyor. O gittikten sonra da elime bir kâğıt tutuşturuyor.


Ruhsatlı seyyar Milli Piyango bayii Sabahattin Özçelik’in hikâyesi bu. Belki kimileri için yazılmasa da olurdu türünden bir hikâye. Kendisi yazmış. Daha doğrusu, anlattıkları basılmasa da olurdu diyen birileri tarafından kâğıda aktarılmış. Sonrası yok.


Yazdıkları yeni başlayanlar için kısa bir Cumhuriyet tarihi gibi. İçinde Soyadı Kanunu var. Dersim-Tunceli meselesi var. Alevi-Sünni çatışması, 12 Eylül darbesi ve ekonomik krizler var. Taşradan İstanbul’a göç, haklıdan yana adalet üretmeyen hukuk sistemi ve işçi sorunları var. Ama en önemlisi hepimizin hayatına dokunan küçük hikâyecikler var.


İstanbul Beyoğlu doğumlu Sabahattin Özçelik. Anne babası Dersim Çemişgezekli. Özçelik soyadı dedelerinin çelik nal ve bıçak yapmalarından geliyor. Babası da İstanbul’da bir kapıcı dairesine göçmeden önce demirciymiş.


Gençliğinde, ki 12 Eylül dönemine tekabül ediyor, nüfus kağıdında sadece Tunceli yazdığı için defalarca nezarette kaldığından bahsediyor. Ama bunu sorun etmemiş. Tunceli’de doğup büyümese de oralı olmaktan gurur duyuyor. Çocukluğunda yazları gittiği memleketinde Aleviler’le Sünniler’in sorunsuz yaşadığını anlatıyor. Sorunları görme biçimi gerçekçi olsa da o anlattıkça her şey hüzünlü bir masala dönüşüyor.


Yoksulluk içinde bir çocukluk geçirdiği söylenemez. Babası Galatasaray’daki Büyük Postane’de telgraf dağıtıcısıymış. Üç erkek çocuğunun ikisi okumuş. Sabahattin Bey ise kendi deyimiyle topçuluğa dalmış. Ama ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirmiş. Şimdi karısıyla birlikte üniversiteyi de bitirmek için uğraşıyorlar. Yaşının kırk sekiz olmasının önemi yok.



Çocukluğu Teşvikiye ve Cihangir’de geçiyor. O yüzden Beyoğlu’nun her yerini avcunun içi gibi biliyor. Yılların deneyimiyle, ki seyyar bir biletçi olduğunu tekrar hatırlayalım, İstiklal Caddesi’nin kültür atlasını çıkarmış. Ona göre, Cadde’nin girişinde, yani Taksim civarlarındaki mekânlarda kültür seviyesi düşük insanlar takılıyor. Buralardaki insanlar birbirlerinin üstüne basarak, birbirlerini ezerek hayatlarını kazanıyorlar. Bu, hiç tasvip ettiği bir şey değil. Çünkü adalet kavramı, kazancını kendi emeğinle elde etmek çok önemli onun için.


Balık Pazarı civarındaysa daha mantıklı ve ileri görüşlü insanlar var. Ama Asmalı Mescit’in yeri ayrı. Oradaki insanlar hem çok kültürlü ve emeğe saygılı, hem de insana saygıyla, hoşgörüyle, kısacası insan gibi bakıyorlar. Onları akşamları iş çıkışı birkaç tek atmaya gelen düzgün insanlar olarak tanımlıyor.


Asmalı’yı kendine mesken tutmuş biri olarak söylediklerini düşünüp kendime bakıyorum. Bize atfettiği özelliklerin ne kadarını hak ediyoruz ya da ne kadarının hakkını veriyoruz acaba?



2000 yılından bu yana bilet satıyor Sabahattin Bey. Ama bütün hikâyesi biletçiliğiyle sınırlı değil. Çocukluğunda başladığı bir çalışma hayatı var. Sırasıyla berber çıraklığı, terzilik, konfeksiyon atölyesinde işçilik ve en nihayetinde kendi işinin patronluğunu yaptığı piyango biletçiliği.


Aslında biletçiliğe ek iş olarak başlıyor. Önceleri sadece hafta sonları yaptığı bir iş. Çünkü para kazanması gerekiyor. Bir büyük kızı ve o aralar doğmuş küçük kızı var. Bu sebeple akşamları atölye çıkışı da satmaya başlıyor.


İlk zamanlar sesi çıkmıyor Sabahattin Bey’in. Tavırları utangaç. İşinin gereklerini anladıktan sonra da bağırmakla, ısrar etmekle bilet satılamayacağına karar veriyor. O gün bugündür kendine göre bir yöntemi var: İnsanlara karşılıklı saygı ve sevgi temelinde sunumunu yapıyor. İnsanlarla ve mekânlarla ilişkilerini sıcak tutuyor ve asla ısrar etmiyor. Bunun semeresini de görmüş. Doktorlardan üniversite hocalarına, sanatçılardan holding patronlarına kadar geniş bir alıcı kitlesi var.


Hem mesleki olarak hem de hayatında bilet almamış biri olarak bu kitlenin içinde değilim. Yine de sempatiyle bakıyorum Sabahattin Bey’e. Onda kendine, insanlara, işine ve hayata sevgiyle bakan bir yürek var.


Bir tek konfeksiyon atölyesindeki patronundan şikayet ediyor. Bu sayede Türkiye’nin ekonomik krizler tarihinden de bir demet sunmuş oluyor bize.


20 yıllık bu dönemde 1991 Irak Savaşı, 1999 Asya Krizi, 2001 ve 2008 krizleri olmak üzere işini etkileyen dört kötü dönem geçirmiş. 2001’de tekstil sektöründeki kriz, 2002’de işinden ayrılmasına neden olmuş. Bu dönem 16 yıllık tazminatını patronuna açtığı davayı kazandığı halde alamamış. O gün kirada oturan adam bugün arabalar, yazlıklar sahibi ama paramı vermiyor, diyor.


2008’de de bir anda artan faizler ev almak için çektiği kredi borcunu katlamış. Ama çalıştım, ödedim hepsini, diyor. Çünkü kriz şans oyunlarına olan talebi artırmış. O da özveriyle çalışınca…


Yazdıkları şu cümleyle bitiyor Salahattin Bey’in: “Her insanın mutlu olmasını, dünyaya sağlık, barış, huzur gelmesini dilerim.


Talih, böyle bir hikâyenin oturduğum yerden beni bulması mı, peki? Tabii ki değil. Talih, hâlâ hayatta emeğe, özveriye ve insana inanan Sabahattin Bey gibi adamların olması ve benim yolumun da öyle ya da böyle bu insanla kesişiyor olması. Gerisi, meraklısı için öylesine bir hikâye…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.