Esma – Ül Hüsna ve Melekler...

Çocukluğumdan beri hep "yüzüncü ismin" peşinden koştum. Annem, daha biz çok küçük yaşlardayken Kur’an kursuna gönderirdi ablamla beni… Dua ezberlerdik. İçimdeki sorulara bir türlü cevap bulamazdım. Bir de hocalar nedense korku verirdi söyledikleriyle. Oysa benim içimde, bizi hep koşulsuz sevgisiyle saran, yaratan inancı vardı.


Annem, okuma yazma bilmeden önce bile başıma örtü koyup, dua kitabını elime aldığımı söyler. Öyle, satırlara göz gezdirirmişim.


Öyle âlim falan değilim ama yaratanın sevgisini kalbimde güzel hissederim. Onu anladığımı, onunla yakın olduğumu düşünüyorum kendimce.


Neyse, hep peşinden koştuğum "yüzüncü ismin" meğer bir nedeni varmış. Meğer yıllar sonra farklı bir bakış açısı oluşacakmış bende. Meğer özü aynı bir bilgiyi hayata geçirmekmiş ve benim vazifem aracı olmakmış…


Bundan on yıl önce başladım çalışmalara. Rüyalarla, hayatın içindeki eş zamanlılıklarla yolumu buldum.


Yola çıkmadan önce “neden ben?” diye sorguladığım çok olmuştu. Ancak öyle şeyler oldu ki, artık “evet” demekten başka çarem kalmamıştı.


Beni en çok etkileyenler ise şöyleydi:

Kızım daha kırk günlüktü. İzmir’de bir kişisel gelişim fuarına konuşmacı olarak katılıyorduk. Fuar sonunda standımızı topladık ve tam çıkmak üzereyken, yaşlı bir teyzenin telaşla koşması dikkatimi çekmişti. Koşarken bir şeyler söylüyordu. “Nasıl yardım edebilirim?” diye seslendim. Yanıma geldi ve “Kızım burada biri varmış. Esma-ül Hüsnalar üzerine kitap yazacakmış” dedi. Şaşırdım, öylece baktım. Dedim ki, “Onu ben yazacağım ama…” Sözümü tamamlayamadım. Çok güzel şeyler söyledi ve gitti.


Şanal uzaktan bizi izlerken, farklı bir şeyler olduğunu hissetmiş ve düşünmüş. Yanıma geldiğinde neredeyse ağlamak üzereydim. Olanları ona anlattım. Çok şaşırdım çünkü bu kararımı henüz kimseyle paylaşmamıştım. Teyzenin bilmesi mümkün değildi.


Bir başka olaysa, kızımın mevlidinde oldu. Bir arkadaşım mevlide gelirken, benim tanımadığım bir arkadaşını çağırmış. O da eli boş gelmek istememiş. Bize geldiklerinde, hediyeyi ellerime bıraktığında heyecan ile açtım. Gözlerime inanamadım. Yaratandan bir mesaj istemiştim; çünkü asla ona karşı bir yanlış, hele hele yaratılmış olan için yanlış yapmak istemem. Hele de böyle hassas konuda… Her ne kadar yüreğime, ona inansam da, yine de emin olmak isterim. Bu, çok sevdiğiniz birine gösterdiğiniz hassasiyet gibidir.


Cevap, tesadüfler zinciri ile bana ulaştı. Ellerimde tuttuğum tabloda, Esma-ül Hüsnalar vardı. Ardından, çok değer verdiğim Dr. Suat Arusan, bana iki kitap hediye etti, kararımı açıkladıktan bir süre sonra. Neden bu kitabı bana verdiğini sorduğumda ise, “Bu kitap artık yok. Bu eseri, en güzel şekilde, bütünün hayrına kullanacağınızı biliyorum” demişti.


Gerçekten içinde inanılmaz bilgiler vardı. Esma çalışmamdaki melek isimlerinde de kaynak o kitaptır. Yüzde yüz bize ait olan bir eserdir. Lakin içindeki bazı bölümler nedeniyle paylaşamıyorum. İzninizle, adı bende saklı kalsın…


Sonuçta ben çalışmalara başladım. Çok da güzel dönüşler ve sonuçlar aldık. Çalışmaları yaptıkça fark ettim ki en güzel hediye, Esmalar… Araştırdıkça, aslında Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının sonsuz olduğunu gördüm. O zaman bir soru geldi zihnime; Madem sonsuz, neden 99 diyoruz? Üstelik bu doksan dokuz, kaynakların çoğunda farklı yer alıyor.

Acaba Rabbim ne söylemek istedi? Nasıl bir mesaj veriyor bize? Şunu demek istiyor olabilir mi? “Bak, ben sana doksan dokuz hediye verdim. Her birinin senin için bir faydası var. Zikirle birlikte bunların anlamlarını hayata geçirirsen, işte o zaman yeryüzünde benim bir halifem olarak vazifeni yapıyor olacaksın. İşte o zaman, varlığınla yüzüncü ismi tamamlayacaksın.”


Yüzüncü isim biz olabilir miyiz? Hizmetlerimizle tamamladığımız varlığımız olabilir mi? Bilemiyorum, ama bana yakın geliyor. Yaratanın isimlerini, sıfatlarını hayata geçirmek, aracı olmak... Hücresel düzeyde, tüm isimlerin bizde kodlu olduğunu düşünüyorum. Zikrin amacı da bu! Hem bunları açmak, hem de hayata geçirmek. Özümüzü parlatmak, nefsimizi terbiye etmek…


Sadece zikretmek bana samimi gelmiyor. Zikirle birlikte eylem halinde olmak, doğruda, iyilikte, güzellikte yarışmak… O zaman zikrin bir anlamı oluyor. Samimiyet burada başlıyor. Diyoruz ki, “Ben sana inanır, senin adını anar ve adının güzelliğini eylemlerimle, seçimlerimle hayata geçiririm.” İşte bu! Bu, koşulsuz bir sevgiyle aldığımızı hayata geçirmektir.


Örnek vermem gerekirse; diyelim ki benim o gün zikrettiğim ismin manası sevgi üzerine… Ben rabbimden sevgi istiyorum ve onu sevdiğimi ifade ediyorum, ama hayatın içinde insanlara sevgisiz ve katı davranıyorum. O halde ne işe yaradı? Belki bu bir terbiye ve nefsi arıtma süreci. Zamana ihtiyacımız var. Zikretmeye devam ederken, ardından davranış düzleminde gereken çabayı göstermemiz gerekir.


Yaptığım çalışmalar bana gösterdi ki, davranış düzleminde emek vermezsek, değişim, iyileşme zor oluyor.


Peki, ben bu yazıyı neden yazıyorum? Birkaç eğitimimden bazı iyi niyetli kişilerin yapmış olduğum çalışmanın yanlış olduğu dedikodusunu yaydıkları kulağıma geldi. Bunlar doğal şeyler. Ben üzerinde durmayınca, bir katılımcı, “Ama siz de bir şeyler yazın” dedi. Haklıydı, çünkü bu kişiler ticari yaşamları zarar görmesin diye öyle şeyler söylüyorlardı ki, her şeyden önemlisi Esmalara olan inancınızı ve güveninizi sarsıyorlardı.


Ben neden kayıtsız kaldım? Böyle bir enerjinin içine çekilmeye izin verirsek yolumuzdan şaşarız.


Bu konuda güzel bir hikâye var, sizinle paylaşmak istiyorum.

Hz. Ebubekir, Peygamber efendimizle birlikteymiş. O sırada yanlarına biri gelip Hz.Ebubekir’e kızıp bağırmaya başlamış. Hz. Ebubekir sabır ve hoşgörü ile dinlemiş ve sessiz kalmış. Peygamberimiz bu olaya tanıklık ederken gülümsemiş. Gelen kişi daha ağır sözler söyleme başlayınca Hz. Ebubekir adama tepki göstermiş, cevap vermiş. Peygamber efendimizin yüzü asılmış. Ayağa kalkmış ve oradan uzaklaşmaya başlamış. Hz. Ebubekir telaşla ne olduğunu, neden gittiğini sormuş. Peygamberimiz, “Sustuğun zaman sana kızan adamda Hakk’ın tecellisini görüyordun, melekler senin yanındaydı. Sen de cevap verince, yaratana karşı gelmiş, itiraz etmiş oldun. O zaman şeytan geldi. Peygamberle şeytan yan yana durmaz” demiş.


Ne güzel değil mi? Cemalnur Hanım çok daha güzel anlatıyor bu hikâyeyi. Kendi yaşamımdan biliyorum, ben de çok acı sınavlardan geçerken, haksız yere insanlar üzerime geldiğinde bir tek yaratana sığınır, “Allah’ım ben kötü olamıyorum. Ben sınırları geçemiyorum. Sana olan sevgim, sana duyduğum aşk sebebiyle; ne kadar acı çeksem de, bıçak kemiğe ne kadar dayansa da ben onlar gibi olamam. Onları bağışlıyorum, ama ne olur sen yanımda ol. Beni öyle yerlere getir ki benim vereceğim en güzel cevap mutluluklarım, başarılarım olsun” derim.


Öyle de oldu. Teslimiyet, ona bırakmak, sadece ondan istemek...


Acı çekerken, bıçak kemiğe dayandığında bile...


Asla büyük resmin tamamımı göremiyoruz. Yaşadığım o “bir anlık duygu”lar, yaşanan deneyimler belki de çok büyük şeylere hizmet ediyor.


Ne kızabiliyorsun ne de kızdığında uzun süre devam ettiremiyorsun. Ben bir süre sonra, beni üzen kişi için dua ederken bulurum kendimi.


Şimdi ise geriye dönüp baktığımda; bana söylenen her yalanın, yapılan her yanlışın hayatımı kurtardığını görüyorum. Hâl böyle olunca anlıyor ve diyorsun ki “Yaratan beni korumuş.”


Bazen dua etmek için ellerimi açtığımda, dara düşüp kapısını çaldığımda, aşka gelip sohbetiyle kendimden geçmek istediğimde, o anlarda yardım istediğimde bir an durup kalırım. Düşünürüm, “Ya bu olan benim hayrıma ise ya bilmediğim bir güzellik varsa içinde.” Şimdi ben dua edeceğim. Bilirim ki sevgili üzmez, üzmek istemez beni. Kabul eder duamı. Sonra da ben tekamülüme gecikmiş olmam mı? O zaman vazgeçerim. Sadece derim ki, “Yoluma, yolumuza bütünün hayrına olacak olan neyse o olsun!”


Zor geliyor olabilir size. Aslında her şey, sahip olmaktan vazgeçmekle alakalı… Her şey yaratılmış olan her şey de onu görmekle alakalı. Her şey aslında “hiç” olduğumuzu fark etmekle alakalı… Yaratan bizi hiçlikte yakalar. İşte o zaman sevgisiyle dolup taşırır bizi.


Her şey yaşamın bu dünyadan, bu bedenden ibaret olmadığını anlamaktan ibaret… Yaratana karşı duyduğun sevgide, inançta istikrarı korumak... İşte bu teslimiyet ve güvendir.


İşte böyle, savunmaya geçtiğinizde, “Öyle değil, böyle” demeye başladığınızda, inancınızdan ödün verdiğiniz gibi, aynı zamanda hayat alanınızı da kirletiyorsunuz. Hiç bir zaman kendinizden, yolunuzdan, yaratandan yana şüpheye düşmeyin.


Bir dostum bana, bir gün yaşadığım bir deneyim sonrası, “Hak doğdu” demişti. Bunun ne demek olduğunu sorduğumda, “Bir yerde güzel, iyi bir şey varsa, Hak doğar. Yaşam onu dengeler. En güzeli takılmamak, o zaman güç sende olur.”


Zaman zaman bu tarz şeyler oldu. O haklıydı. Takılıp kalmayınca ben yol aldım. İyi niyetli arkadaşların henüz hiç birine yolda rastlamadım. İşin açıkçası yazılara hâlâ bakmadım. Beni etkileyen, katılımcıların “Ya bir şey olursa, zarar görürsek” demeleriydi. Ağzım açık kalıyordu. Nasıl zarar görebilirsin Allah’ın isimlerini anmaktan? Bu nasıl bir korku?


İşte bu nedenle, sizlere yardımcı olmak için bu yazıyı yazıyorum. İçinizin rahat olması için. Neyi yapmamamız, neyi yapmamız gerekiyor? Anlamak, bilmek için. Ayrıca şunu da söylemeliyim; “Esma, kimsenin tekelinde olan bir şey değil. İllaki Işık’a, Ayşe’ye veya Ali’ye gitmek zorunda değilsiniz.” Meleklerde de bu böyle.


Esma –ül Hüsna, gerçekten kişisel gelişimin zirvesindeki bilgi. Tabii ki her bilgiyi, her kaynakta olduğu gibi doğru kullanmak şart…


Esma –ül Hüsna ile çalışırken biz; arınmaya, değişmeye, isimlerin enerjisini hayata geçirmeye niyet ederiz. Koşulsuz bir alışveriş dengesi vardır. Tıpkı bir semazen gibi bir elimizle aldığımızı bir elimizle yaşama vermektir amacımız.


Yaratanın bu güzelliklerine kanal olurken, saf sevginin hayata geçmesinde kanal olan bizlerin arınması gerekir. Yüzleşmek; gölge yanlarımızın farkında olmak ya da bizi tutan zincirlerimizi kırmak özgür kalmak için...


Her Esma-ül Hüsna, madalyonun iki tarafı gibidir. Artısı ve eksisi vardır. Eksi kısmı sizi endişeye boğmasın. Ne güzel ki, biz zikrettiğimiz bu ismi iyi niyetle zikrediyorsak, eksiler, en hayırlı şekilde artıya dönecektir. Zahmetsizce…


İsimleri zikrederken; bolluk, aşk, sevgi ve daha pek çok şey dileyebiliriz. Ancak bu duayı ettiğimizde, tabii ki bunlara engel olan durumlardan, duygulardan, inançlardan arınmamız gerekecek. Belki hayat sahnemizden bazı kişiler gidecek, belki de biz onların hayat sahnelerinden çıkacağız.


Tüm bu olanların, dua ve dileklerimizin gerçekleşmeye başlamasının bir işareti olduğunu düşünün. Güzel olana yer açıldığında, yaratanın yeryüzündeki halifesi olarak ona en iyi şekilde hizmet etmeye hazırlık aşaması...


Biz bu bağlardan kurtulduğumuzda, saf bir geçiş sağlarız. Aldığımızı hayata güzel bir şekilde aktarırız. Sorarım size; korkarken, güven duymuyorken, sevgiyi paylaşmayı bilmiyorken bunu nasıl sağlarız? Yüzleşmek, arınmak kaçınılmaz.

Bu durumda bir sorun yok. Her şey, doğal akışı içinde gerçekleşiyor. Yapmamız gereken, kendi niyetimizi hatırlamak. Unutursanız kaos başlar hayatınızda.


Peki, Esma-ül Hüsna ters teper mi? Allah’ın isimleri bize zarar verir mi? Asla.

Böyle bir sonuç, tamamen sizin o ismi neden zikrettiğinize, amacınıza bağlıdır. Demek ki bu durumu yaratan, bizim niyet gücümüz.


Bu bilgiyi, hayra hizmet etmek için kullanmadığımızda, fayda görmemiz mümkün değil. Bu durumda, iki ucu keskin bıçak gibi, bir şekilde sizi yaralaması söz konusu… Örneğin, “Ben terk edildim. Zikirlerimi, giden sevgili dönsün, beni arasın diye yapıyorum.” Yanlış!


Üstelik öyle bir yanlış ki, bir başka insanın özgür iradesine, tekamülüne müdahale ediyorsun. “Çocuğum benim istediğim bölümü seçmiyor. Ben zikrediyorum, benim istediğimi yapması için.” Yanlış!


Zikrediyorum, aslında kalben inandığım için değil. Nafile bir ibadet bu! Hani “Zikredeyim, yaratan da bana istediğimi versin.” Yanlış!


Özellikle bu son şık beni çok irrite eder. Menfaate dayalı bir ilişki kurmak! “Zikrediyorum, piyangodan para çıksın, sonra mutlu olacağıma söz veriyorum.” Yanlış! Şart koşuyorum mutluluk için. Oysa yaratan, “Önce mutlu ol” der.


“Zikrediyorum, almayı seviyorum ama hayatın içinde zikrettiğim ismin anlamına yakışır davranmıyorum.” Yanlış!


Daha onlarca sayabilirim. Kısaca, Esma–ül Hüsnaları güzel niyetler için kullandığınız sürece sorun yok. Samimi değilseniz yanına yaklaşmayın. Kalbinizin, ruhunuzun arınmasını dileyin. Yaratanın karşısına çıkarken, bir sevgiliye ya da özel bir şeye hazırlanıyor gibi itina gösterin. Ve lütfen, sadece ihtiyacınız olduğunda kapıyı çalmayın. Kendinizi O’nun yerine koyun. Sevdiğiniz insanlar, sizden sadece bir şeyler istediklerinde gelseler hoşunuza gider mi? Anılmak, sohbet etmek, vermediğin zaman da sevildiğini bilmek güzel olmaz mı?


Yapamadığınız şeyler için yardım isteyin ondan. Benim, zaman zaman kalbimde yakaladığım gölge yanlar oluyor, zihnimde beliren korkular. Hemen ona sığınıyorum. Halledemiyorsam, ondan yardım istiyorum. Öyle güzel bir şey ki kendini ona teslim etmek, ondan güç almak.


Allah’ın güzel isimleri için küçücük bir şüphe dahi duyuyorsanız, bu, ondan bir parça olduğunuzu reddettiğiniz anlamına gelir. Bu, korku, şüphe, şirk koşmaktır…


O’nu tanıyın. Onunla olan ilişkinizi gözden geçirin. O’na karşı duygularınızı, inançlarınızı yoklayın. Aradaki duvarları yıkın. Göreceksiniz ki, en büyük sevgili sabırla sizi beklemiş. Sizden bir an olsun vazgeçmemiş.


O kadar sevmiş, o kadar saygı göstermiş ki, siz dilemeden, istemeden, özgür iradenize, seçiminize müdahale etmemiş.


Ne güzel bir aşk!


Not: Yorumlamamı istediğiniz rüyalarınızı ielci@hthayat.com adresine gönderebilirsiniz. Yorumlar www.hthayat.com adresinde yayınlanacaktır

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Yutubunuz var mi
    CEVAPLA
  • Misafir Instegram iniz varmi
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.