Tabakhaneler kapandı hanımlar, beyler…

Elinizi vicdanınıza koyun ve lütfen dürüstçe cevap verin; En son ne zaman birinin yaşadığı bir mutluluğu, aldığı malı mülkü, kazandığı başarıyı, iç geçirmeden, ‘neden ben değil?’ demeden gönülden kutladınız?


Çok sevdiğim bir Çin atasözü şöyle der; zenginlik gübre gibidir, etrafa saçılırsa daha yararlı olur. Siz en son ne zaman kazandıklarınızı, sahip olduklarınızı etrafınızla paylaştınız?

Bizler büyüklerimizin ‘Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir!’ sözleriyle büyüdük. Ecdadımız bu söze sadık kalarak yaşamış. Yaşamış diyorum, çünkü bugüne baktığımda ya birileri bize yalan söyledi ya da dünyanın havası, suyu bizi fena bozdu.

Herkes bir koşturma içinde bir yerlere bir şeyleri yetiştirmek derdinde. Kimsenin kimseyi gördüğü yok…


Biri derdini anlatacak olsa, karşısındaki kaçar adım uzaklaşıyor. Biri birinden borç isteyecek olsa, kendisi zaten zar zor geçinebildiğinden dem vuruyor. Biri ‘başım ağrıyor’ dese, karşısındaki sülalesindeki hasta hikâyelerini başlıyor anlatmaya…


Varsa yoksa kendisi… Hayatının koşturmaktan ibaret olduğundan yakınıyor.


Tabakhaneler kapandı hanımlar, beyler… Boşuna telaş etmeye gerek yok.


Şikâyet etmeyi bırakın…


Gül bahçesindeki gülleri görmüyorsanız, sadece dikenler dikkatinizi çekiyorsa söylenmek yerine gözünüzdeki perdeyi kaldırmayı deneyin…


Unutmayın, bahçenizde ne yeşerdiyse onları eken sizdiniz.


Bencilliğin kol gezdiği hayatlarımızda belki bir kişiye dokunabilirim, birinizi sarsabilirim diye bir hikâye anlatmak istiyorum;


Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam hastanede aynı odada kalıyordu. Tek fark, biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu.


Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatıyordu: “Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgâr var sanırım. Çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgârla doluyor. Park bu sabah da sakin gibi… Sadece iki salıncak dolu ikisi boş… Dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar; el ele tutuştular. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış. Erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya…”


Günler böyle geçip giderken cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirdi. Duvar kenarındaki adam ‘acil’ düğmesine basıp görevlileri çağırsa arkadaşını kurtaracaktı. Ama şeytana uydu. Bunca zamandır dışarıda olan biteni sadece dinlemişti. Artık pencerenin önündeki yatağa geçebilirse dışarısını görebilirdi de… İşte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme göndermekte tereddüt etmedi. İçi rahattı çünkü dışarıyı görmenin kendi hakkı olduğunu düşünüyordu.


Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya geldiler. Hemen yatağının yerini değiştirdiler. Arkadaşını ölüme gönderen adam heyecanlıydı. Günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti.


Derin bir nefes aldı, başını kaldırdı ve pencereden baktı: Karşısında simsiyah bir duvar vardı…


Kıssadan hisse; Sadece kendini düşünenler, bir gün vicdanların katili olabilir.


‘Bencillik üzerine bu kadar ahkâm kestin, kendin ne durumdasın?’ diye soruyorsanız; ‘ben’ kelimesi kişisel lügatimden çeyrek asır önce silindi. Defalarca formatlamama rağmen geri getirmeyi beceremedim. Biliyorum ben hem beceriksiz hem de bir salağım…


Pardon, pardon salağın önde gideniyim…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.