Mazeretler ülkesi vatandaşlarına...

Neyi yapamazsak, neyde başarısız olursak bahane hazır; Yapamadım çünkü… Mazeret üretmek için harcanılan zamanda, iş yapılsa her şey daha farklı olurdu.


İçinde yaşadığımız mazeretler ülkesinde yüzde 92 görme kaybı problemi yaşayan 14 yaşındaki Dolunay Kocabağ’ın SBS’de Türkiye ikincisi olması bir umut oldu. Bilfen Okulları öğrencisi olan Dolunay’ı geçen hafta tanıma fırsatı buldum.


Doğuştan görme kaybı olan Dolunay, teleskopik gözlükle ancak yüzde 30 görebiliyor. Bu gözlükler ile satırlar kayıyor, harfler uçuşuyor. Başkasının 1 saatte okuduğunu o ancak 5 saatte okuyabiliyor.


Renkler ise onun gözünde net değil… Mesela pastel tonları tanımıyor. Yavru ağzı nedir bilmiyor. Tahmin de edemiyor. Koyu renkleri seçebiliyor. Bu nedenle öğretmenleri sınavda renkli bir soru çıkacak diye çok korkmuş. Dolunay görme kaybına rağmen sınavda yardımcı öğretmen ve ek süre istememiş.


Onun hikâyesini dinledikçe ağzım bir karış açık kaldı. Böyle çocukların olması insanı gururlandırıyor. Dolunay sadece derslerinde başarılı değil. Şahane piyano çalıyor. Okulun orkestrasında da başkemancı olarak görev yapıyor. Piyanoda kendi besteleri var. O kadar mükemmeliyetçi bir çocuk ki, her şey dört dörtlük olsun istiyor. Tabi böyle bir çocuğun psikolojisini doğru yönetmek o kadar da kolay değil. Hassas noktaları o kadar fazla ki… Baba işi gereği şehir dışında çalışıyor. Anne bir bankada yönetici ve neredeyse İstanbul’un dışına gidip geliyor. Bu durumda okula çok fazla görev düşmüş.


Bir gün teleskopik gözlüğünü okulda unutan Dolunay’ın arkasından öğretmenleri bir araçla gözlüğü kendisine ulaştırmışlar. Kuyruklu piyano hayali kuran Dolunay, okulun yakınlarındaki bir müzik evinin vitrinindeki piyanoyu ne zaman görmek istese öğretmenleri götürüp göstermiş. Dolunay üç yıl üst üste 500 tam puan alınca Bilfen Okulları yöneticileri bir sürpriz yaptılar. Vitrininde görüp beğendiği beyaz kuyruklu piyanoyu hediye ettiler. Dolunay son dakika "beyaz rengi çok beğeniyorum ama iyi seçemiyorum" deyince beyaz olan kuyruklu piyano siyah rengiyle değiştirildi. Böylece başarı güzel bir hediyeyle taçlandırılmış oldu.


Dolunay’ın hikâyesini neden mi anlattım? Çünkü bu çocuğun içinde bulunduğu ve tedavisi mümkün olmayan probleminin arkasına sığınmak yerine göğsünü gere gere zoru başarmasının bir anlamı olmalı.


Evet, bir anne olarak bu başarı hikâyesi beni fazlasıyla etkilemiş olabilir ama buna duyarsız kalacak birileri olduğunu da sanmıyorum.


Günümüzde mazeretçilik, bir uyuşturucu gibi insanları rahatlatıyor. Mazeret kültürünün egemen olduğu bu ortamda vasat performans, standart haline geldi. Kısacası mazeretler ülkesinde hep başkaları suçlu oluyor. Tıpkı bu Temel fıkrasında olduğu gibi;


Temel’in askerliğini yaptığı bölükte komutan kırk ere izin vermiş. İzinden geç kalanlara çadır hapsi verileceğini, bu cezadan ancak iyi bir mazeretleri olursa kurtulacakları söylenmiş. Kırk kişiden otuz dokuzu da izinden geç dönmüş. Ama erlerin hepsi aynı mazereti sıralamış: ‘İstasyona atla celeydum. At çatladı, tren kaçtı, geç kaldım.’ Otuz dokuz er mazeretinden sonra sıra Temel’e gelmiş. Komutan “Ne o Temel, senin de mi atın çatladı?” diye sormuş. Temel ‘Hayır’ demiş, “Yoldaki otuz dokuz at leşini geçemedum da...”


Merak ediyorum; mazereti olanlar siz hangi leşleri geçemediniz?

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.