Temel duygu tonu…

Kişinin, belli bir hayat deneyimi yaşamak için seçtiği duygu…


Bu duygu tonu, genellikle negatiftir. Suçluluk, öfke, haksızlık, kızgınlık gibi…


Duygu tonu, kişinin düşünce ve inançlarının ve tabi ki deneyimleri ile kaderinin oluştuğu ana kaynaktır. Negatif çekirdek inanç, bu temel duygu tonundan çıkar.


Örneğin; temel duygu tonu suçluluk olan kişi, hep sonunda suçlanacağı durum ve olayları kendine çeker ya da kendisini suçlayacak insanları hayatında tutar.


O hep ya suçlanır ya da suçlar. Sanki bir tahterevalliye binmiştir, bir aşağıya iner bir yukarıya çıkar, suçlar ya da suçlanır.


Bu durumda da o kişinin temel çekirdek inancı; “Suçlandığında güvencede olmak” olacaktır. Çünkü kendisini ilk suçlayan ve sürekli suçlayan bu hayatında ya annesi ya da babası olmuştur.


Kendisini suçlayan o kişi, aynı zamanda onu beslemiş, korumuş ve gözetmiştir. Bu, kişi için temel yaşam güvenliği anlamına gelir. Böylelikle ilkel beyin “suçlanmış” olmakla, ”güvende” olmayı birleştirmiştir. Bu sebeple ya kendisini suçlayan kişileri hayatına çeker ya da eleştirip suçlayacak kişileri. İşte size matematik! Ruhun gizemli yolculuğunun matematik kadar anlamlı ifadesi!


Drama yaratmak ve sonra da ona öyle bakmak: Biliyorsunuz drama, uydurmaca, kurgulamaca bir şeydir. Gerçek değildir (gerçek neyse…).

Tıpkı gerçek olmayan sahte benlik gibi.


Sahte benlik kendi dramasını yaratır, yaşar, sonra da ona sanki “Hay Allah, bu da nereden çıktı!” der gibi öyle bakar. İşte tüm sorunların kaynağı da budur. Bu durum bir uyku hali, bir tür hipnoz yaratır. Ne zaman ki bu durumunu fark eder, işte o zaman uyanır ve kendine gelir. Artık hayatının filminin yönetmeni olduğunu fark eder.


Bu, biraz da bir tiyatro oyunu sahneleyen aktörlerin durumuna benzer. Aktör ve aktrisler sahnede bir kralı, dinleyici ya da fahişeyi canlandırdıklarının farkındadırlar.


Oyun bitip kulise geçtiklerinde makyajlarını silip kostümlerini değiştirirler. Düşünün ki bir oyuncu kulise geçtiğinde, hatta daha sonraları da oynadığı karakteri sürdürmüş olsun, tuhaf olurdu değil mi? Hatta durum böyle olunca onu akıl hastanesine yatırmak gerekebilirdi.


Peki, biz kendi dramasını “Hayat bana çok kötü davrandı” diye kendine acıyıp duran kişilere ne yapıyoruz? Ona hak veriyor ve teselli ediyoruz değil mi? Oysa böyle birinin durumu akıl hastanesindeki deli kadar tuhaf değil midir?


Çünkü ancak akıl sağlığını yitirmiş kişi, kendi seçtiği bir sonucu reddederek yaşar.


Ama bu açıdan baktığınızda her insanın akıl sağlığı biraz bozuktur. Zaten Kur’an da bu yüzden “Onların kalplerinde hastalık vardır” der.


Belki de dünyanın bir imtihan yeri olmasının gizemi burada saklı. Tanrı izliyor insanları; “Bakalım fark edecek mi bunu, yoksa etmeyecek mi?” diye.


Çok ironik değil mi? Belki de dünyanın sanki çıldırmış gibi olmasının sebebi budur.


Savaşlar, açlık, işsizlik, taciz ve tecavüz sahte benliğin bu deliliğinin ürünüdür.


Ne var ki evrensel çelişki burada da geçerlidir. İnsan, aklını yitirmeden aklını bulamaz.


Hasta olmadan iyileşemez.


Kötü olmadan iyi olamaz.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.