Bir de özlemek olmasa…

Sözlü uyarıldı.



Anlaşılmamış olma ihtimaline karşı yazılı uyarıldı.


Anlamayınca gidildi.


Anladı sanıldı, geri dönüldü.


Sonra bir daha, bir daha, yaklaşık yirmi kere daha gidildi.


Son bir şans daha verildi.


O son şansın ardı arkası kesilmedi.


Ama olmadı.


Ne yapıldıysa, nasıl denendiyse olmadı.


Ne ilişki, ne de karşıdaki değişti.


İyiye doğru az bir kımıldama olsaydı olacaktı, o da olmadı.


Veda etmek dışında çare kalmadı.


Süreç o kadar çileliydi ki,


Veda ederken de, sonrasında da o kadar zorlanılmadı.


Öyle ağır bunalımlar, dinmek bilmeyen gözyaşları da olmadı.


Ara ara kalbi zorlayan bir sızı geldi gelmesine ama o da çabuk geçti.


Ortalık dindi.


Tüm eleştirilerin sesi kesildi.


Herkes kararı alanı tebrik etti.


Sonunda akla mantığa en uygun olan yapılmıştı.


Hayat yine eski ritmine döndü.


Tutkunun, kuşkunun, yorgunluğun olmadığı eski ritmine.


Mükemmel bile denilebilirdi aslında bu duruma.


Ama değildi.


Çünkü…


Çünkü özlem vardı.


Çoğu kötü de olsa, hikayenin iyi taraflarını özlemek vardı.


Özleyince de,


Abuk subuk her şarkıyı, her özlü sözü konuya bağlamak vardı.


Bağlayınca da gözlerin nemlenmesi vardı.


Adı her geçtiğinde bozulmak vardı.


“Onu gördüm” dediklerinde, ne haldeydi, ne giymişti ve hatta nasıl kokuyordu diye merak etmek vardı.


Merak etmek ama rezil olmamak için soramamak vardı.


Fena bir özlem vardı.


O özlem geçmeden de bu yarım hikayeyi geçmişe gömebilmeye imkan yoktu.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.