Gelin biraz sihirden konuşalım!

Burnunu iki oynatışıyla zamanı durdurup her istediğini sihirle yapabilen tatlı cadı Samantha’yı izleyerek büyüyenlerdenim ben de. Hayal dünyası gerçekliğinden daha geniş biri olarak sihre, büyüye, hokus pokusa, cadı süpürgelerine, sihirli asalara olan inancım tam. Animasyon ve illüstrasyon sevişim de bundan. Gerçeği büken, kıran, onunla oynayan ne varsa kabulüm. Misal saçlarında gökler, yıldızlar, evler, hayvanlar büyüten, besleyen çizimlere bu yüzden tutkunum. Christian Schloe illüstrasyonları en sevdiklerimden…




Bunları neden anlattım? Böyle düşünen birine teknoloji de sihir gibi belki. Her yapmak istediğini ufacık bir tuşa basarak yapabiliyor olmak hokus pokusların en büyüğü. Bir cezvenin başında durup dakikalarca kahve karıştırmak, köpürdü köpürmedi, taştı diye beklemek yerine, bas düğmeye, makine otuz saniyede halletsin. İşte burda tersine çalışıyor o mekanizma benim için.


Teknolojide sihir değil, hissizlik bulanlardanım. Bir sihiri sihir yapan şey göz açıp kapayıncaya kadar olmasından ziyade onun için harcanan emektir bana göre. Anneannem zeytinyağlı yaprak sarma yapacağı zamanlarda günler öncesinden başlardı hazırlıklara. Pazardaki teyzeden incecik taze asma yaprakları alınır, haşlanır, bir kenarda bekletilirdi. Bir sonraki gün kilo kilo soğanların doğranması, pirincin ve kuş üzümünün suya yatırılması günü idi. Bol soğan, kuş üzümü ve fıstıkla yapılırdı bizim evde dolmalar. Hem ev ahalisi kalabalık, hem de konu komşuya verilecek diye iki-üç kilo soğandan aşağı doğrandığını bilmem. Kocaman bakır bir tenceresi vardı anneannemin, kalaylı, pırıl pırıl. Dolmanın içini muhakkak o tencerede kavururdu. Koca tencerenin başında, elinde yine kocaman bir tahta kaşık, çevire çevire kırk-kırk beş dakika fıstık ve soğanları kavuruşunu hiç unutmam. Ne o görüntüyü, ne de kokuyu… İyice eriyecek, yarıya inecek soğanların hacmi. İşte o anlar sihirdi benim için. Anneannem bir mutfak büyücüsü ve kocaman kazanının başında yiyeni efsunlayacak bir iksirin peşinde! Öyle çok emek, öyle çok alın teri vardı ki o sarmaların içinde, belki de bu yüzden anneannem hep “birini sevdiğini göstermenin en güzel yolu ona yaprak sarması yapmaktır” derdi. Kim kimin için gerçekten emek harcarsa kalbinde bir yerin var demektir.


Mektup yazmak, sobayla ısınmak, sallama değil de hakiki bir çayın demlenmesini, kısık ateşte cezvede karıştıra karıştıra kahvenin köpürmesini beklemek… Uzun saplı bakır bir cezvede közün ateşine sürülerek usul usul pişmiş bir kahvenin tadını herkes anlatır de kimsenin o emeği harcamaya sabrı yoktur. Buz gibi bir ayazda odunluktan odunları içeri taşırken azıcık üşüyeceksin ki sonra o sobanın gürül gürül sıcaklığının tadına bir başka varasın.


Acelesiz olmanın günahların en büyüğü sayıldığı bir düzende metropol tanrıları yavaşlığı direk ölüm cezasıyla cezalandırıyorlar. Ve beklemek, sabır gibi duyguları dev silgilerle siliyorlar. Kimselerin ne birbirini beklemeye sabrı var, ne iki dakika geç gelen yemeğini, ne güyya büyük anlamlar yüklediği sevdasını…


Sevgili Samantha alınmasın ama meğer sihir, iki burnunu oynatmakla başarabildiklerin değilmiş. En büyük sihir, istediğin şey için emek harcamak, beklemeyi bilmek, acele etmemekmiş.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.