Uzman Psikolog Kardelen Canan Ergin, özellikle nöroçeşitlilik, yeme ve uyku bozuklukları, stres konularında uzmanlaşmış bir danışman. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu konusunda bir dosya hazırlarken danışmak istediğim ilk isim kendisi oldu.


Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çoğunlukta çocukluk çağında teşhis edilen ancak yetişkinlikte çoğunlukla göz ardı edilen bir nörogelişimsel farklılık. DEHB’li çocuklar genellikle akademik başarı odaklı tedavilerle desteklenirler ancak görünen o ki, bu teşhisi almış çocuklara büyüyünce ne olduğunu pek fazla konuşmuyoruz. Öyle ki, ülkemizde en çok reçete edilen DEHB ilaçları, 25 yaşından sonra devlet tarafından karşılanmıyor.


Oysaki DEHB, teşhis edilmiş olsun olmasın, yetişkinlikte de gündelik yaşamda birçok zorluğa neden olabiliyor. Tüm nöroçeşitlilik durumlarında olduğu gibi, DEHB’li kişilerin de daha becerikli olduğu farklı alanlar olsa da, nörotipik kişiler için çok basit görülebilen konular, nöroçeşitli kişiler için karman çorman hikayelere dönüşebiliyor.


Kardelen Canan Ergin’in DEHB’ye yaklaşımını, özellikle nöroçeşitlilik üzerinden konuyu tanımladığı için kıymetli bulduğumdan, kendisiyle bir sohbet fırsatını kaçırmadım ve DEHB ile ilgili aklıma takılan temel soruları ona sordum.


İki bölümden oluşan video serimizde yetişkinlikte Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu hakkında en çok merak edilenleri konuştuk.


Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olarak bildiğimiz, aslında öyle tanımlamasından çok da hoşlanmadığımız durumdan bahsedelim. Daha çok çocuk hastalığı olarak biliniyor, “hastalık” olarak biliniyor; yetişkinlikte DEHB nedir?

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, DSM tanı teşhis kitabında bir bozukluk olarak tanımlanıyor. O yüzden yetişkinlik hastalığı olarak çok görülmüyor, çünkü biz de burada iş yapabiliyoruz, bir şeylerin peşinden koşturabiliyor, hayatımızı idame ettirebiliyoruz ya; bu yüzden DEHB hastalık klasmanından direkt çıkmış oluyor. Bu karışıklığın nedeni bu.


Özünde şudur, özellikle yetişkinlerde böyle “içimde bir huzursuzluk var” hali, bir kıpır kıpır olma, dikkat sürekli dağılmak istiyor... Duygular uçuşuyor, düşünceler uçuşuyor… Ben hiperaktivite kelimesinin çok güzel özetlediğini düşünüyorum. Gerçekten de; olandan daha hiperaktif bir bünyeye sahip olmak demek DEHB, birçok açıdan. Herhalde en kısa şekilde böyle özetleyebilirim.


Nöroçeşitlilik nedir?

Nöroçeşitlilik de tanım itibarı ile insanların nöronal ağlanma yapısının çeşitli olduğunu ileri sürer, tipik olmadığını söyler. Tek tip değil, çeşitlidir. Zaten bu çok mantıklı da bir şey. Neyimiz tek tip ki, sinir sistemimiz tek tip olsun! Bu, sinir sistemi çeşitlidir demek. “Çeşitli” kelimesi günümüzde biraz daha bu çeşitliliğin belirli bir kümesine verilen isim haline gelmeye başladı. Yani konsepti biraz değişti. O kümenin içerisinde de dikkat eksikliği ve bozukluğu, otizm, disleksi, dizpraksi, diskalküli ve hatta bazen bipolar, borderline gibi durumları da koyanlar oluyor, sinesteziyi de dahil edenler oluyor. Böyle bir küme haline geldi “çeşitli”. Şimdi bizde de yetişkin DEHB’de daha çok bu kümedeki insanların ortak özellikleri, ortak zorlanmalarından bahseder hale geldik desem doğru olur herhalde.


Hiperaktivite sadece bizim sıklıkla duyduğumuz şekliyle fiziksel hiperaktivite, yerinde duramama, sürekli hareket etme isteği şeklinde ortaya çıkmıyor, öyle değil mi?

Evet, özellikle yetişkinlikte, çünkü bastırmayı öğreniyoruz zamanla. Kadınlarda zaten o kadar fiziksel belirtiler göstermeyebiliyor. Fiziksel hiperaktivite olunca da mesela, “fidgeting” dediğimiz hareketleri yapıyor; elinde kalem çeviriyor, saçıyla oynuyor, kolyesiyle oynuyor, tırnağının ucuyla oynuyor ya da ayakkabısının içinde parmaklarını oynatıyor. Tespit edilemeyen miktarda küçük hareketlilikler de olabiliyor. Ama zihinsel hareketlilik ve belki de bahsi çok az geçen duygusal hareketlilik daha fazla olabiliyor aslında o hiperaktivite.


Aslında bu yüzden sıklıkla yetişkinlikte teşhis edilemediğini okuyoruz, çünkü bu tür bir duygu durum karışıklığı, duygusal hareketlilik, kafada çok fazla şeyin dönmesi gibi şikayetlerle bir psikiyatriste başvurduğunuzda, genellikle ya depresyon teşhisi alıyoruz, ya panik atak teşhisi alıyoruz ve aslında hatta, bunun kadınlarda 35-36 yaşlarında ancak teşhis edilebildiğini okumuştum. Çünkü belki de kadınlara daha fazla “dur, otur” denildiği için bu. Biraz toplumsal cinsiyet rolleri ile de alakası var diye düşünüyorum.

Olabilir, mümkün. O yaşlarda teşhis edildiğini ilk defa duydum, doğru olabilir tabii. Benim de duyduğum, iki yerde genellikle teşhis alınıyor: bir, üniversite mezuniyetinden sonra. Çünkü üniversiteden mezun oluncaya kadar hayat genellikle böyle bir düzen içerisinde, hedefler daha net olmuş oluyor. Yapıyor, yapamıyor o ayrı ama gene bir düzen var, bir çerçeve var orada. O çerçevenin dışına çıkınca, bu sefer bir anda “ne yapıyorum ben, ne yapacağım şimdi” gibi bir düzensizlik haline gelebiliyor.


İkincisi de, çocuğu doktora götürürken teşhis alanlar. Genetik aktarımdan dolayı olduğunu öne süren teoriler var. Yetiştirme ile alakalı olduğunu öne sürenler de var. Ne olursa olsun, tam olarak hangisi daha doğru diye parmağımızı koyamasak bile, en azından anne babadan birinde DEHB varsa, çocuklarda olma ihtimalinin de çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bu tespit edilebilen bir şey. O yüzden de, “bu çocuk çok hareketli, dersini dinleyemiyor” ya da “çok unutkan, sürekli bir şeylerini kaybediyor” diyerek çocuğunu doktora götüren bir yetişkine, genellikle “siz de isterseniz bir yetişkin psikiyatra muayene olun” denildiği çok oluyor. Belki o sırada annelerde, yani kadınlarda daha çok teşhis ediliyor olabilir.


Üçüncü çocuğunu okula gönderdikten sonra teşhis alan bir arkadaşım vardı. Aslında tam da dediğin gibi, okulu bitirince ya da hayatındaki belirli bir düzen sona erip başka türlü bir evreye geçince de teşhis edilebiliyor bu demek ki. En başta dediğime geri geleceğim yine, hiperaktivite ile, hareketlilikle bir şekilde teşhis ediliyor DEHB. Yetişkinlikte başka ne gibi etkileri oluyor? Yani teşhis edilsin edilmesin, hayatımızı nasıl etkiliyor Dikkat Eksikliği Bozukluğu?

Çok fazla! Bir mental rahatsızlık ile psikiyatriye başvurma ihtimalinizi %80, 2 tane mental rahatsızlık ile başvurma ihtimalinizi de %50 ihtimalle arttırıyor. O yüzden genellikle dediğin gibi, doktora gittiğimizde, depresyon, anksiyete teşhisleri önden geliyor. Çünkü teşhis edilmemiş ya da fark edilmemiş o çeşitlilikle başa çıkamama hali, o rahatsızlıkların o ortamda iyice büyümesine olanak sağlamış oluyor aslında.


Klinik kısmını bir kenara koyarsak; unutkanlık herhalde başta gelir diye düşünüyorum. Artık unutkanlık, dikkat dağınıklığı olan birinin kabullenmesi gereken bir şey, bunun için hiç canımızı sıkmamıza gerek yok; elimizden geleni yapalım, taktiklerimiz olsun, ama onun dışında…


Daha ben geçen ay iki defa bahçeden, üç defa da balkondan eve girdim, çünkü anahtarımı unutmuştum. Yani yapacak bir şey yok, gerçekten yok. Bir sürü taktikler düşündüm, denedim, yine bahçeye bir yere koyacaksın, zaten o koyduğumu da kaybettim.


Olmayınca olmuyor yani…

Olmayınca olmuyor! Unutkanlık da onun başında geliyor. Yine de tekrar söylüyorum, taktikler yaratmak çok değerli. Ben elektronik takvimime toplantıları, görüşmeleri yazmasam ben şu an burada değildim, yani yazmasam, kesinlikle buraya gelemezdim! Yöntemler kullanmamıza rağmen, yine bir şeyleri unutacağımızı kabullenmek gerekli.


Bu unutmak sadece randevular ya da özel günler, tarihler falan değil, insanları da unutabiliriz maalesef. Uzun süre genellikle DEHB’de şöyle olur, konuşmaz arkadaşıyla görüşmediği için, arkadaşını unutmaya başlar ve çok süre girer araya…


Gözden uzak gönülden ırak derler ya, biraz kalp kırıyor galiba bu durum. Buradan yine üzdüklerimize bir merhaba diyelim…

Keşke böyle olmasaydı! Biraz öyle oluyor ama maalesef. Bu sefer biz de yalnızlaşıyoruz aslında. Çünkü sadece “aa unuttum, ama ben çok mutluyum hiç merak etme” değil. Bir sürü insanı arayıp sormayı unutunca, bir sürü insan da bizi unutmaya başlıyor haliyle. Doğal olarak, çift taraflı bir şey bu.


Daha geçen gene DEHB’li arkadaşımla, buradan ben de ona selam söyleyeyim, onunla buluştuk, doğum günü bugün hatta, ve dedik ki, kendi doğum günümüzü yapsak kaç kişi gelecek bilmiyoruz şu anda! Çünkü o kadar böyle insanlarla irtibat kurmaya kurmaya yalnızlaştık.


Başka nasıl belirtiler ortaya çıkıyor?

Her nöroçeşitlide bunların hepsinin olması gerekmiyor ama birkaç şeyden daha bahsedebiliriz. “Çeşitli” kümesinde olmayıp, daha tipik olan insanlar da “Bende de bu var” diyebileceklerdir. Bu rengarenk bir alan diyelim. Hangi renklerden, kimde ne kadar çok var, bu onunla ilgili bir şey. Monokrom, tek renk bir insan yok sonuçta.


Sosyal aktivitelerde aşırı uyarılma çok etkiliyor. Mesela dışarı çıkınca etraftaki ses, ışık, koku, birçok şey sinir sistemini fazla uyarabiliyor. Sonra bu fazla uyarılmaya karşı da ciddi bir yorgunluk, çökkünlük oluşabiliyor. Eğer uyarıldığını fark etmezse öfke patlamaları, birilerine carlamalar olabiliyor. Yani çocukluktan yetişkinliğe geçerken bu aşırı uyarılma ile nasıl başa çıkmayı öğrendi ise ve değiştirmediyse, yetişkinlikte de oluyor. Yani kimisi içine çöker, uzaklaşmak ister, kimisi böyle dikenlerini çıkarır, uzaklaştırmak ister, gibi.


Bu aşırı hassasiyet de böyle bir şey. Etiketler mesela! Yeni bir kıyafet aldım geçen, etiketini yırtsam, bu sefer yıkama talimatlarını kaybedeceğim, kesin yanlış yıkayacağım, hatırlamam mümkün olmadığı için yırtmıyorum; ama sürekli bir elim burada. Burada dokularla ilgili de aşırı uyarılma olabiliyor mesela.


Duygusal regülasyonda zorluk olabiliyor. Çocuk, yetişkin fark etmiyor. Duyguları yoğun yaşıyoruz, iyiyi de çok yüksek yaşıyoruz. Hatta birçok DEHB’linin, ben dahil olmak üzere, “ben bipolar mıyım, manik miyim” diye de endişelendiğimiz olur. Ben hocama sormuştum, “DEHB’yi nasıl ayıracağız maniden?” diye. DEHB hep olan bir şey, bazen olmuyor. Mani ise, depresyon olmadığı zamanlarda kıpır kıpır olman. Genel olarak duygular da değişken, bir anda mutluyum, bir anda heyecanlıyım, bir anda çökkünüm. Sonra yetişkinlikte herhalde maymun iştahlılıktan da bahsetmezsek olmaz, bu çocuklukta da oluyor, yetişkinlikte de görülüyor.


Onu da yapayım, bunu da yapayım, her şeyden biraz yapayım…

Evet! Ama ben bunu kötü bir özellik olarak görmüyorum. Yani ben kime söylesem, aslında kötü bir özellik değil diyorlar. Kötü bir özellik demiş olanlar, onlara göre yaramıyordur. Ben çok faydasını gördüm hayatımda yani.


Hatta bunu bastırmanın olumsuz etkileri olabileceğini de düşünüyorum. Yani “aman tek bir şeye odaklan, 40 şeyi birden yapmaya çalışma, tek bir işin olsun” gibi insan kısıtlanırsa, bu sonra daha fazla içerde bir patlamaya neden olmaz mı?

Bence olur, o içsel ateşi söndüren bir şey olur diye düşünüyorum ve biz o içsel ateş ile hareket edebiliyoruz zaten, hiperaktifler olarak diyorum. O içsel ateş bir şeye doğru çekilmek ile oluyor. Böyle sadece itmekle harekete geçmeye kalktığımızda, itme kasımız çok iyi çalışmıyor.


Bu dopamin bağlarından dolayı sanırım, bizi çekmesi lazım bir şeyin öyle değil mi? Ya da bir dopamin havucunu bizim kovalıyor olmamız lazım ki, harekete geçebilelim…

Evet, dopamin regülasyon sisteminde bir aksaklık var denir bu durum için. O yüzden kullanan ilaçlar da yine bu dopaminerjik sistemi hedef alan ilaçlar olmuş oluyor. Ve dopamin her ne kadar ödül nörotransmitteri olarak bilinse de asıl görevi motivasyon için aslında. Yani seni bir şeye doğru, o şeye sahip olma ya da deneyimleme motivasyonunu yükselten bir nörotransmitter. Yani vardıktan sonrası ile ilgili değil, varıncaya kadarki kısımla ilgili. O yüzden bu DEHB felci diye geçer; sanki koltukta bir mıknatıs var, yapmak istiyorum ama niyeyse kendimi kaldıramıyorum. Ya da böyle diye anlatabiliriz, vitesi takamıyorum sanki, gaza basıyorum, araba bağırıyor ama ben hiç yerimden kıpırdamıyorum. Araba bağırıyor dediğim de, zihnimin içi! Bu arada eleştirel bir zihin de aktif oluyor genellikle. Onu niye yapamadım, bunu niye yarım bıraktım...


“Kalksana halbuki ne var” diyen o ses…

Evet, aynen öyle. “Kalk, gene yatıyorsun” diyen ses, eleştirel iç ses olabiliyor. O yüzden de bize sık sık dış motivasyonlar geldiğinde çok tatlı oluyor. Yani mesela ilişkilerde bu böyle, bir yemek yaptığımızda ve biri “eline sağlık” dediğinde, çocuk gibi mutlu oluyoruz. Gerçekten, bunları tekrar tekrar dediğinde, “zaten daha önce demiştim” demeyip arada tekrar edilince uzun bir yol götürüyor diye görüyorum ben.


O küçük motivasyonlara aslında herkesin ihtiyacı oluyor. Yani bütün çocuklara DEHB'li biri gibi davranırsak, hepsi harika yetişebilirler belki, aslında yetişkinler için de geçerli mi bu biraz? Kendi ihtiyaçlarımızı gözeterek iletişim kurmakla da alakalı mı?

Herkese DEHB’li gibi davranırsak, bazı insanlar o kadar özgürlükle rahat etmeyebilir. Biz sağı solu karıştıralım, ne olduğu tam belli olmasın derken, o özgürlüğü seviyorken, kimisi de daha böyle çerçeve belli olsun, işte güvende kalayım ister, o çeşitliliğin öteki yanında oluyor. Ama pozitif geri bildirim, evet o herkese çok yarar bence de! Kesinlikle katılıyorum.





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.