Bitkisel savurganlık

İstanbul’da yaşamak her gün biraz daha zorlaşıyor. Fiziksel zorluklardan bahsediyorum. Bir yerlere ulaşamamaktan, trafikteki lüzumsuz gürültü kirliliğinden, yolların bakımsızlığı ve çukurlarından... Toplu ulaşım araçlarına binmenin ve inmenin zorluklarından... Zaman kaybetmeyi geçtim, bu zamanda yüklendiğimiz stresten...


Her yerde bir kaos var. Düzen gibi gözüken bir çok şeyin aslında ne kadar plansız ve sahipsiz olduğunu şahit oluyoruz İstanbul’da. Her şey tiyatro sahnesi gibi; ön yüzünden bakın muhteşem, arkaya geçin boşluk....


Yollarımıza bakıyorum: her yer çiçek içinde, bitkiler, peysaj çalışmaları... Sanki İstanbul’un tüm problemleri halledilmiş, sıra süslemeye gelmiş. Bütün ana yollar, bulvarlar devasa araçlarla bezeniyor. Altlarında çiçekler öbek öbek. Bunlar bitiyor diğerleri dikiliyor. Dikilenler bozulursa hooop değiştiriliyor. Bir faaliyet bir faaliyet...


Peki biliyor musunuz, yollların etrafına serpiştirilen, 1 milyon fidan diktik, 2 milyon fidan diktik diye kampanyaları yapılan ağaçlar ithal bitkiler Ağaç yetiştiriciliği nesiller arasında devredilen bir meslek. Ve bizde uygulanmıyor.


O zaman iki yol var, büyük ağaçları ya ithal edeceksiniz veya daha küçük yaşta olanlara razı olup yaşlı ağaç yetiştirmeyi ve büyüterek satmayı teşvik edeceksiniz. Biz birinci yolu seçmişiz. (Her zamanki gibi oyunun 5 hamle sonrasını görmek yerine, bugüne bakmışız.) Bütün o gördüğünüz büyük ağaçlar ithal. Çiçeklerin de bir kısmı!


Peki, çeşitli nedenlerden ithal bitkilere razı olduk, ama tür seçimlerine ne özür bulacağız. Bitkiler iklim kuşaklarına göre türlere ayrılıyor biliyorsunuz. Sıcakta yetişenlerle, soğukta, ışıkta, gölgede, egzoz dumanında, rüzgarlı yerlerde yetişen türler hep farklı. Bitki dikim kararlarını verenler, herhalde bitki bilgileri oldukça yüksek yöneticiler. Ama uygulamalara bakınca, sanki birisi bitki resimlerine bakmış, dikilecek olanları oradan seçmiş gibi görünüyor.


İstanbul’daki uygulamalara bakıyoruz; Anadolu yakasında bütün sahillerde HURMA ve PALMIYE dikiliyor. Bunlar sıcak kuşak bitkisi olduğu için, özellikle İstanbul gibi kışı da olan bir bölgede yetişemiyorlar! O ağaçlar ölüyor bir kaç aya kalmadan, yerine tekrar aynıları dikiliyor, onlar da ölüyor. Paracıklar havaya...


Oysa ki İstanbul’un bölgenin kendine özgü ağaç türleri var, örneğin ÇINAR, ERGUVAN, ÇAM türleri. Bunlar zaten bu yörenin iklimine uygun olduğu için dikildikleri yerlere adapte olmaları hem de sağlıkla büyümeleri çok daha kolay. Pekiyi işin sorumluları neden işin kolayı olan bu türleri seçemiyorlar? Üstelik yazın saklanacak gölge arayan insanlarımıza bol gölge sağlamak da bu türlerle daha da mümkünken.!!!!!


Peyzaj içinde bitki yaşayan bir eleman. Kitaptaki resimdeki gibi kalmaz. Büyür, gelişir.


Yol Arası Sikas’ları


Geçen gün Bostancı sahil yolunda kırmızı ışıkta durunca yanımdaki refüjü seyrettim 3 dakika ve gördüğüme inanamadım. Yolun ortasındaki refüjde, genel olarak nadir bulunan, yetiştirilmesi çok zor, sadece süs olarak çok bakımlı bahçelerde kullanılan, sıcak bölgelerde bile zor yetiştirilen SİCAS (sikas) lar dikilmiş. Refüjdeki bitkiler, egzoz dumanına dayanıklı (kolay ölmesin diye), yaprağını dökmeyen (karşıdan gelenin farını her mevsim kesebilsin diye), kökleri kazık kök olan (kökleriyle etraftaki yolları bozmasın diye) seçilir. Üstelik de ekonomik olmalıdır, çünkü en çok zarar görebilecek bitkiler olduğundan sık sık yenilenmesi gerekebilir. Peki bu durumda narin, yaprakları çok ince, yetişmesi zor, iklime dayanıksız, üstelik de pahalı Sikas’ların orada işi ne?


Bunlara harcanan paralarla kaç çocuk okur, kaç aç doyar, kaç kişi kurtulur?


Güzellikleri yazmak ümidiyle.........


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.