Bir önceki sohbetimizde yetişkinlikte DEHB ile yaşamanın nasıl olduğunu konuşmuştuk. Peki bu yaşantıyı nasıl kolaylaştırabiliriz?

Aklıma gelen ilk şey, unutkanlığa karşı taktikler aslında, en başta o geliyor. Bir önceki videoda da bahsetmiştik dijital ajanda kullanmaktan birçok kişinin çok istifade ettiğini gördüm. Yazılı ajandalar da olabilir, aynı şekilde bir şeyleri not alarak ilerlemek. Ben bu kafayı şuna benzetiyorum, herkesin bir çalışma masası var diyelim, psikoloji literatüründen bir tabirle, “çalışan belleğimiz” bu, işte bu çalışma masasının boyutları herkeste değişebiliyor. Bu tamam. Ama bizde, delikler var sanki masanın üzerinde. Bir şey oradayken, bir anda yok oluveriyor!


Onunla başa çıkmak için, yazılı notlar tutmayı çok yardımcı buluyorum. Bir önceki söyleşide de insanları aramayı unutmaktan, bahsetmiştik; onun için de -ben hiç uygulamadım ama - internette gördüğüm yöntemlerden biri şuydu: Kalemlerin üzerine arkadaşların isimleriyle etiketler koymak ve onu orada görünce aramayı anımsamak gibi yöntemler var.


Hareket etmenin, spor yapmanın, egzersiz yapmanın birçok DEHB’liye çok iyi geldiğinden bahsediliyor. Bunu ben de kendim uygulamadığım için, keşke uygulasam, orada üşengeçlik kısmı devreye giriyor ne yazık ki - ama birlikte çalıştığım insanlar spor yaptığında çok daha sakin, çok daha odaklı olabildiklerinden bahsediyorlar.


Herkesin dikkati dağılıyor, herkes zaman zaman hiperaktifleşebiliyor. Bunu DEHB’den ayıran ne?

Aslında dürtüsellikten bahsetmedik, çünkü kafamda hiperaktivite ile ikisi o kadar aynı şey ki, yeni bir şey değilmiş gibi geliyor. Ama dürtüsellikten de bahsetmek gerek. O hiperaktiflik aynı zamanda bir frensizlik anlamına da geliyor. Dolayısıyla evet bu zorluyor, herkes yaşıyor, ama dürtüsellik devreye girdiğinde işler değişiyor. Bu çok enteresandı mesela, ofiste bir gün tütsü yanıyor, ofisten çıkacağım, tütsüyü söndürmem lazım, ne yaparsın? Suyla söndürürsün, kuma basarsın… Benim elim gidiyordu! Sanki ben kontrol etmiyorum onu, böyle uzaktan bakıyorum. “Ne yapıyorsun Kardelen” diyorum kendi kendime. Üşengeçlik var ya, bütün o dürtüsellik, o üşengeçlik ile de böyle bir dans varmış gibi. Dürtüsellikten kastım biraz bu. Bir şeyin çok mantıklı olmadığını bilseniz bile yapmaya kalkıyorsunuz.


Çünkü o an olup bitmesi gerekiyor…

Aynen öyle, sabırsızlık. Zaman algısı daralmış gibi sanki. Belki başka bir bünye zamanı daha geniş hissedip içinde sabırla ve akışta olabilirken, bizde zaman dilimleri sanki çok daha dar bir hissiyat veriyor. Dolayısıyla zihnin içinde sürekli bir “şimdi bitsin, sıradaki gelsin, şimdi bitsin, sıradaki gelsin” aceleciliği dönüyor.


“Herkesin dikkati paramparça”

Herkeste olup olmadığına gelecek olursak, okuduğum bir kitaptan örnek vereyim, herkesin bir boyu var sonuçta diyordu, biri 1,70, biri 1,80 diğeri 1,85. Fakat bazılarının boyu 2 metre 10 santim ve o boyla ilgili yaşanan çok başka sıkıntılar var. 1,80 boyunda olan insanın bilemeyeceği sıkıntılar. Bu örnek bence o sürekliliğin çok güzel bir temsili.


Tabii ki herkesin dikkati dağılıyor. Hele şu anki sosyal medya ve ekranlar çağında herkesin dikkati paramparça olmuş durumda. Ancak biz bu dikkat problemini zaten çocukluktan beri fark etmeden taşıyoruz. Belki yetişkinlikte tanı almış insanlar çocuklukta farklı meziyetleri, farklı atıfları sayesinde fark edilmeden geçmeyi başardı. Aslında biz, başka insanların o kadar sık ya da o kadar yoğun yaşamadığı problemler yaşadığımızı fark ediyoruz.


Baş etmek için duygularımızla yüzleşmekten bahsetmiştin…

Duygu regülasyonuna gelecek olursak, onun temeli, kendimizden bir adım geri çıkabilme. Yani bedeni bir sahne olarak alacak olursak, o sahnede bir duygu sergileniyor şu anda ve ben o duyguyu gözlemleyen benliğim aslında. Onun içinde olup o rolü oynamak zorunda hissetmek yerine, “bu duygu şu anda var, berbat hissediyorum” diyebildiğim anda, aslında orada o gözlemleyen benliğimde var olabildiğimde, o zaman değişim başlıyor işte. O zaman farklı seçimler yapma şansım oluyor.


Bunu özellikle ilişkilerinde istemeden yıpratıcı bir şey yaşıyorsak, mesela kimisi içine çekilir ya, duvarlar örmek de ilişkiler için saldırganlık kadar yıpratıcı olabilir. Duyguları fark edebildiğimiz anda artık kendime şefkatle davranabiliyorum. O da bizim içimizde çok yok bence. Yetiştirilme ile ilgili olan bir şey. Gabor Mate bu yetiştirilme kısmını vurgulayan kişidir, travma ile başa çıkma tepkisidir zaten der. Travma derken, illa büyük travmalar olması gerekmiyor. Bir başa çıkma tepkisi olduğu için, genellikle travma sonucunda “ay canım kendim, nasıl da yorulmuşum” demiyorum.


Başa çıkma mekanizmalarımızı da hemen bir kenara bırakamıyoruz öyle değil mi? Çünkü çok işimize yaramış oluyorlar yıllarca…

Pratiği çok fazla. Yıllarca çok pratik edilmiş oluyorlar. Ama o şefkat oldukça, daha önce de belirttiğim gibi, gülüp geçmeyi öğrenebiliyoruz. Şefkatin ben çok yardımcı olduğunu düşünüyorum. “Evet bu konuda daha farklıyım, bir şeyle ilgili hızlı heyecanlanıyorum. Alışveriş yaparken paramın hesabını kaybedebiliyorum, işte bunun için uygulamalar kullanıyorum. N'apalım canım, ben de böyle biriyim” diyebilmek. Ya da “duygularımı çok yoğun yaşıyorum. Evet ben herkesten daha çok ağlıyorum. Benim dünyam duygu yaratıyor arkadaş!” diyebilmek de bence, o duygu regülasyonu kısmında çok etkili.


Aslında kabul ile başlıyor...

Regüle etmek derken, yaşamamaktan bahsetmiyoruz tabii. Ben duyguların, o dalgaların gelip geçmesine izin vermeliyim, çünkü izin vermeyip sıkıştırmaya kalktığımda ona depresyon, çökkünlük diyoruz zaten.


Benim için en zorlayan taraflarından biri “zaman körlüğü” meselesi olmuştu. Çok güzel anlattın zaman sanki daralıyor, farklı şekilde işliyor diye. Yani bunu kabullenmek çok zor olmuştu, bunu düzeltebilirim, bunun bir sürü yolu olmalı, bu bir eksiklik ve bunu aşmalıyım gibi düşünmüştüm. Çünkü sanki diğer türlü yaparsam, “ne var canım, bende zaman körlüğü var, ben de geç kalıyorum yapacak bir şey yok” demiş olacaktım ve bu doğru gelmiyordu. Fakat bunu gerçekten kabul ettiğimde, sadece gözlemlediğimde bile çok farklı dönüşümler olmuştu…

Ben de bugün buraya gelirken, neredeyse göz göre göre geç kalıyordum! O kadar enteresan bir şey ki, bakıyorum saate, hesaplıyorum, “tamam bir saatte hazırlanır çıkarım evden” diyorum. Şimdi içimdeki bir başka ses diyor ki, “Kardelen, senin zaman hesaplaman iyi değil, çıkamayacaksın bir saate” Sonra hesap kitap derken, 10 dakika geç kalıyorum. En sonunda dedim ki, “DEHB ile ilgili video çekmeye gidiyorum, olur o kadar, işin doğasında var!”


Orada işte yine şefkat devreye giriyor, çünkü bu, elimden geleni yapmak demek. 40 dakika geç kalmadım sonuçta. 10 dakika da tolere edilebilir bir şey, uçak değil bir şey değil. Uçak kaçırmışlığım da var tabii ki! Bir de sayıları yanlış okumak var, bu sefer disleksi devreye giriyor. Sayılar, harfler, birbirine karışıyor…


Modern dünya çok zor bir yer bizim için galiba…

Ama doğaya gidince her şey çok sakinleşiyor ve kolaylaşıyor.


O zaman baş etme yöntemleri arasında doğada zaman geçirmekten de söz edebilir miyiz?

Fayda görülüyorsa, kesinlikle evet. Yani kamp, doğayla birlikte olmak, yavaşlamak, doğanın ritimleri içerisinde yaşamak... Çünkü şu anda doğal ritimlerden çok uzağız ve her şey bir kakafoni dışarıda, her şey hareket ediyor. Çevredeki her şey bir uyaran, işlemci sürekli çalışıyor. Bünye de çok yorulmuş oluyor tabii ki.


Bunu Gabor Mate, bir dörtyol ağzındaki polis memurunun uyuyakalması şeklinde açıklıyordu. Çünkü uyaranlar, fikirler, düşünceler zihinden geliyor, geçiyor ama herkeste normalde bir polis memuru var ve o kimin geçeceğini, kimin duracağını belirler. DEHB durumunda o polis uyuyakalıyor, o yüzden uyarıcı tedavilerle iyi edilmeye çalışılıyor...

Mesela mutfakta yemek hazırlıyorum, tezgahta sebze kesiyorum, buraya dönüyorum, çöp poşetinin dolu olduğunu görüyorum, onu çıkarmaya kalkmam çok saçma bir hareket: Niye yemek hazırlarken, çöple ilgilenirsin? Zaten yemek bitince çöpü çıkarmak daha mantıklı. Ama öyle işlemiyor. Gördüğün anda, ne görüyorsan o var ve aksiyonu alman lazımmış gibi gerçekten… Gözünün önünde ne varsa hayatın ondan ibaretmiş gibi.


Bunun bir dezavantajı da, anın içerisine çökkün olduğumuzda da bütün ömrü billah öyle kalacakmışız gibi, bu daha hızlı dibe batmaya sebep oluyor. Erkek arkadaşım yeni fark etti benim süreci göremediğimi. “Sen süreci göremiyorsun galiba” dedi bana, DEHB’liyim ben, tabii ki göremiyorum!


Bunun tişörtünü yaptırmalıyız bence; “süreci göremiyorum.”

Evet! Pozitif şeyler duyduğumda onları da unutabiliyorum. Geçen annem bir tanesini hatırlattı, birisi güzel bir şey söylemişti diye, “ama böyle bir şey yaşandı mı gerçekten” diyorum, “evet kızım geldin anlattın” diyor. İyi iş çıkarıyormuşum o zaman! Sürekli o içerden gelen o kaygı, iyi bir iş yapabiliyor muyum kaygısı, bende o da çok yaygın. O yüzden post-it’ler, hatırlatıcılar; hatta öyle bir film vardı, Memento, dövme yaptırıyordu adam. Benim dövmelerim de hatırlatıcılar aslında.


Yani sadece yetişmemiz gereken, başkalarına karşı sorumluluklarımız değil, kendimize karşı olanları da önceliklendirmek gerekiyor tabii ki. Katkıların için çok teşekkürler Kardelen!


Ben de teşekkür ederim!








Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.